Lenin, 1918 Ocak ayında, "Alman devriminin yokluğunda yenilgiye mahkûmuz" demişti. Yenilgi, Lenin'in beklemediği bir yoldan geldi. Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmış Alman devrimci
hareketinin yenilgisi yeterince kavranmadığı sürece, bunu takip eden Nazizmi anlamak mümkün değildir. 1930'larda Avrupa'yı kasıp kavurmuş olan Nazi barbarlığı, yenilgiye uğramış devrimin yıkıntıları arasından doğmuştur. Buchenwald ve Auschwitz'e giden yol, 1919 ve 1920 yıllarında Berlin ve Bremen'de, Saksonya ve Ruhr'da, Bavyera ve Thuringia'da, hakkında çok az şey bilinen çarpışmalarla başlamıştır. Nazilerin simgesi olan gamalı haç, modern tarihe, ilk kez, bu çatışmalar sırasında karşı-devrimci askerlerin giysilerindeki amblem olarak girmiştir. Kararlı bir partinin çekirdeğinin bile var olmaması talihsizliğinin 1919'daki yıkıcı yenilgilere ve 1920'deki Kapp darbesinden sonra doğan devrimci olanakları kavrayamama yetersizliğine nasıl yol açtığını ilk bölümlerde görmüştük. Bu başarısızlıklar parti içinde, önderliği 1921 Mart Çılgınlığı'na sürükleyen bir sabırsızlık yaratmıştı. Sonra da bu travmatik deneyim 1923'deki yenilginin zeminini hazırladı..
4 Ağustos- 1914'te savaşın ilan edilişi ve Sosyal Demokra- si'nin çöküşü)
9 Kasım- 1918'de Berlin'de Kayzer'i deviren 'Kasım Devrimi'. Spartakist Günleri Liebknecht'in desteklediği ama diğer Spartakist liderler tarafından çok eleştirilen ayaklanma girişiminden sonra, Berlin'de Ocak 1919'da yaşanan
“En uzun koşuysa elbet Türkiye'de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, AŞK olsun.”:::!!!
Can Yücel
" Şuursuz insan; sorumluluk duymaz, mesuttur. Ama şuuru üst düzeye çıktığı ölçüde çocuğuna, ailesine, şehrine, memleketine, bir bölgeye, üçüncü dünyaya sömürüye uğramış dünyaya karşı, insan cinsine karşı, sorumluluk hissi duyar."
Roma İmparatorluğu, kurduğu yönetim şekli ile bilinen dünyanın ilk küresel gücü olmuştu. Bu güce erişene kadar kendisini her konuda kendi modern çağına göre yenilemiş ve dönemin en dinamik imparatorluğunu inşaa etti. Eğitim alanında latin harflerine son şeklini vererek ( Latin harfleri Ortadoğu kökenli kurulan, bugünkü Filistinlilerin atası olan Fenikeliler tarafından latin harflerinin prototipini icat etmişlerdi) büyük bir devrim yapmışlardı. Hukuk alanında yaptıkları çalışmalar günümüz dünyasının da Hukuk temellerini attı. Ordu sistemindeki ağır zırhlı askerleri, Yunan şehir devletlerine göre daha atik olmaları ve bunu ağır zırhlarına rağmen yapmaları onları çok uzun bir süre yenilgisiz kıldı. Muharebeler kaybedilir ama savaşlar zaferle sonuçlanır misali hemen hemen birçok savaşta zafer Romalıların olmuştur…
Şu ana kadar kısaca değindiklerimizi, binlerce kanıtı ve ayrıntılı itirazı bir kenara bırakarak özetlersek, mimarinin on beşinci yüzyıla kadar insanlığın temel kayıt defteri olduğunu, bu dönemde dünyada yapıya yansımayan tek bir karmaşık düşüncenin var olmadığını, her halk düşüncesinin tıpkı dinî yasalar gibi bir anıtı bulunduğunu, insan türünün taşa yazdığının dışında önemli bir düşünceye sahip olmadığını belirtmemiz gerekir. Peki neden? Çünkü dinî olsun, felsefi olsun her düşünce varlığını sürdürmek, harekete geçirdiği kuşağın ötesinde gelecek kuşakları da etkilemek, iz bırakmak ister. Oysa el yazmalarının ne eğreti bir ölümsüzlüğü vardır! Bir yapı çok daha sağlam, kalıcı ve dayanıklı bir kitaptır! Yazılı sözü yok etmek için bir meşale ve bir barbar yeterlidir. İnşa edilmiş sözü ortadan kaldırmak için toplumsal bir devrim, bir dünya devrimi gerekir. Belki Kolezyumun üzerinden barbarlar, piramitlerin üzerinden tufan geçmiştir.
“Kağıt bir gemidir devrim
bütün gemiler
hurdaya çıksa da sonunda
taşıdığı özgürlük şiiriyle
batmadan yüzer nicedir
dünya sularında
kim bilir kaç yunus görmüş
kaç Deniz Gezmiş.”
Sunay Akın
Marksist her dönemde devrimcidir. En iyi Marksist odur ki, mücadelenin her safhasında devrimci öfkesini pratiği ile birleştirendir.
Her devrimcinin görevi devrim yapmaktır.
Bugün çok aydınlanmış olan kıtamızdaki ülkeler, birkaç yüzyıl önce bilgisizlikten daha kötü bir durumdaydılar. Bilgisizlikten daha beter, acayip bir bilim taslağı, gerçek bilimin yerini almış ve onun yeniden doğmasına engel olmuştu. İnsanları sapıtmadan kurtarıp doğru yola sokmak için bir devrim gerekliydi. Bu devrim en az beklenilen yerden geldi: Edebiyatın bizde yeniden doğmasına, edebiyatın ezelden düşmanı olan Müslümanlar sebep oldu. İmparator Konstantin'in tahtı yıkılınca, eski Yunan dünyasının kalıntıları İtalya'ya geçti. Daha sonra Fransa da bu kalıntılarla beslendi. Çok geçmeden edebiyatı bilimler izledi: Yazmak sanatından sonra düşünmek sanatı doğdu.