İnsan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor. Ben de yaşayacağım... Ama nasıl yaşayacağım!.. Bundan sonraki hayatım nasıl dayanılmaz bir işkence olacak!.. Ama ben dayanacağım... Şimdiye kadar olduğu gibi...
Ben şehirleri, sokakları, kahveleri dolduran seri malı insanlardan değilim. Keşke onlardan olsaydım. Onlar sıhhatli, tabiî, mükemmel mahlûklar. Benim en lâzım tarafım sakat. Ben Allanın yalnız acı çeksin, yalnız kıvransın diye yarattığı bir aletim galiba. Kâinatı dolduran her şey, her hâdise, her hareket, benim için bir işkence vesilesi. Bir türlü rolümü ve rahatımı bulamıyorum. Tabiî zevkleriyle yasayan hayvanlara bakıyorum da, ne güzel, ne emniyetli bir vasıtanın öksüzü olduğumu anlıyorum. Ben, içindeki hayvanı ürkütmüş, incitmiş bir hastayım.
İnsan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor.Ben de yaşayacağım...Ama nasıl yaşayacağım!Bundan sonraki hayatım nasıl dayanamaz bir işkence olacak!..Ama ben dayanacağım...Şimdiye kadar olduğu gibi...
Canlı cenaze gibi dolaşmaktan vazgeç. Korku, derin katmanlı, şiddetli bir duygudur. Sinsidir ve hepimizin içinde bize işkence eden kendi şeytanımız yaşar...
Anaokulundayken herkesin bardağının üstünde kendi ismi yazılıydı. Akşamüstleri bu bardaklarda, ebeveynlerimizin gelip bizi almadan, duble sulu paşa çaylarımızı içine pötibör bisküvileri batıra batıra büyük bir keyifle içerdik. Tadı bir boka benzemezdi ama yine de güzel geliyordu. Artık günün bittiğini, o işkence yuvasından kurtulacağımızı hatırlattığı için güzel geliyordu herhalde. Yasemin batırdığı bisküvi parçası çayın içine düşünce ağlamaya başlamıştı. Öğretmen kızların aklı bir karış havadaydı, başka yere bakıyorlardı. Gerçek bir centilmen gibi yerimden kalkıp yanına gitmiştim, çay kaşığımla çıkarmıştım bisküvi ölüsünü. O da akşam annesiyle giderken dönmüş, el sallamıştı bana. Bizimkiler henüz gelip almamışlardı beni, ölmeden önce de bekletmesini çok severlerdi. Ertesi gün Yasemin’e evlenme teklif ettim, bu kadar flört dönemini yeterli görmüştüm, işin ciddiyetinin sarsılmasını istemiyordum ve şu gerçeği çok iyi idrak etmiştim ki kaç yaşında olursa olsun her kızın hayalidir evlenmek. İşte o zaman Yasemin, düşünmek için biraz süre istemişti. O anda başka şeyler de söylemiş olabilir ama unuttum. Sonuçta sevilen her kadın güzel bir şarkıdır, bütün sözlerini hatırlayamazsın belki ama melodisi hep aklında kalır.
"Yaşadığını yeniden fark et artık. Canlı cenaze gibi
dolaşmaktan vazgeç. Çünkü sen böyle bir şey olup çıktın. Biliyorum, korku, derin katmanlı, şiddetli bir duygudur. Sinsidir ve hepimizin içinde bize işkence eden kendi şeytanımız yaşar. Ben, yakında ruhsuz bir kılıf olmaktan korkuyorum, seninse bu travmayı hiç aşamamaktan korktuğunu varsayıyorum. Ama sana bir şey, aslında çoktandır bilmen gereken bir şey açıklamak istiyorum, Mark. Korkunun bir evi vardır." Parmağıyla şakağına dokundu. "Burada, yukarıda. Ve burası aynı zamanda onun karşısına dikilebileceğimiz tek yer. Zamanımız kısıtlı, Mark ve bu zamanı korkuyla geçirmemiz savurganlık olur."
Kendi kendimi yiyip bitiriyorum, acı çektiriyorum kendime. Üstelik ne yaptığımın da farkında değilim... Dün de, önceki gün de, ondan önce de hep kendi kendime işkence ettim. İyileşeceğim... ve artık kendime acı çektirmeyeceğim... Ama ya bir de iyileşemezsem? Tanrım! Bütün bunlardan öylesine bıktım ki.
_