Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

lal

lal
@efemeral_
8 okur puanı
Kasım 2022 tarihinde katıldı
Onlar mutlu yaratıklar. Rezilce işlerle uğraşan ya da tutkularına muhteşem isimler takıp bunları insan soyunun sağlığı ve mutluluğu için devasa girişimler olarak görenler de mutlu. Ne mutlu böyle olabilene! Ama alçakgönüllülükle her şeyin geçip gittiğini bilen kişi, bahçesini cennete dönüştürebilen her insanın ne kadar mutlu olduğunu, mutsuz olanın da yorulmadan sırtındaki yükle nefes nefese yolunda ilerlediğini, bu güneş ışığını bir dakika daha fazla görmenin herkesi aynı şekilde ilgilendirdiğini anlayan kişi - evet, o kişi de huzurludur, hem kendisinden bir dünya kurar, hem de bir insan olduğu için mutludur. Ayrıca ne kadar sınırlanırsa sınırlansın, bu zindanı ne zaman isterse o zaman terk edeceğini bildiği için yüreğinde her zaman tatlı bir özgürlük duygusu barındırır.
Sayfa 10
Reklam
Dağların derinliklerindeki ağaçların altında duran gölgeleri dahi bizden çalmak, haddinden fazla zalimce.
Sayfa 69
Bizler parlayan şeyleri hiç sevmiyor değiliz. Yalnızca sığ ve berrak şeylerden ziyade derin ve gölgeli şeyleri tercih ediyoruz. İster doğal taş ister insan yapımı ürünler olsun, her halükarda bize zamanın pırıltısını hatırlatan o bulanık ışığı tercih ediyoruz. Elbette, çoğunlukla "zamanın pırıltısı" olarak dillendirilen şey de esasında ellerimizdeki kirin ışıltısı. Çincede "şutaku", Japoncada "nare" diye bir kelime var. Bu kelimeler insan elinin uzun yıllar objeye değmesi sonucu oluşan bir cilayı ve öncesinde objenin içine doğal olarak işleyen yağı yani "kiri" anlatıyor. Başka bir deyişle bu ışıltının "parmak izimiz" olduğuna şüphe yok. O halde "zarafet soğuktur" nüktesine benzer şekilde "zarafet kirlidir" demek de mümkün. Genel olarak hoş bulduğumuz zarafet unsurlarının arasında biraz kirliliğin olduğunu inkâr etmiyorum. Batılılar kiri kökten ortadan kaldırırken, Doğulular onu dikkatle muhafaza ediyor ve güzelleştiriyor. Kire bahane uyduruyorum gibi gelebilir ancak şanssızlığa bakın biz kirin, isin ya da şiddetli yağmurun izlerini taşıyan pasaklı şeyleri, bize onları hatırlatan renkleri ve parıltılan gerçekten çok seviyoruz. Böyle evlerde ve böyle objelerin arasında yaşamak garip bir biçimde zihnimizi yatıştırıyor, sinir sistemimiz rahatlıyor.
Sayfa 26

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bu dördünün dışında bir rastlantı daha vardır ruhuma değen: Rastlantı mı? Ağzımdan herhangi bir saçmalık çıkmasın da, haysiyeti incinmesin diye titreyen korkak aklım, yorumlamaktan aciz olduğu her şeye korkakça, ihtiyatlı bir genelleme ile, bir niteleme yakıştırır. Dört yaşımda ya vardım ya yoktum, babam, bir yılbaşı günü, dönen bir yerküreyle bir kanaryayı, Girit'te bizim deyimimizle "kutlama", yani armağan olarak bana vermişti. Ben odanın kapı ve pencerelerini kapatıyor, kafesi açıyor ve kuşu serbest bırakıyordum; o da kürenin üstüne konarak ötmeye alışmıştı. Zaman zaman soluğumu tutar, onu dinlerdim. Bana öyle geliyor ki bu olay, üzerimde daha sonra okuduğum bütün kitaplarla tanıdığım bütün insanlardan daha büyük bir etki yapmıştı. Dünya yıllar yılı dolaşıp her şeylere hoş geldin ve güle güle derken, kafamın yerküresi olduğunu ve beynimin tepesinde bir kanaryanın oturup şakıdığını hissederdim. Çocukluğuma böylesi önem vermemin nedeni anılarımın büyüleyici olması değil, çocukluk çağlarındaki görünürde önemsiz olan bir olayın dahi, tıpkı düşlerde olduğu gibi, ruhun gerçek, maskesiz yüzünü her tür psikanalizden daha doğru yansıtmasıdır. Ve çocukluk çağında ya da düşteki şeyler çok basit oldukları için, en karmaşık iç zenginlik bile bütün fazlalıklardan arınır ve sadece özü kalır.
Sayfa 66
Son yıllarda umutsuzluk içinde o karanlık kitlenin yüzü olmadığını anladığı zaman, küstahlık ve korku içinde nasıl da çabalamıştı zirveyi yontmak ona bir yüz kazandırmak için, kendi yüzünü! Ama şimdi, günlük iş bitti, aletlerimi topluyorum; artık başka toprak parçaları gelip mücadeleyi sürdürsün; ölümlüler, ölümsüzler taburuyuz, kanımız mercandır ve bir ada inşa ediyoruz uçurumun üzerinde. Tanrı inşa ediliyor, küçük kırmızı taşımı koydum ben de, beni desteklesin, kaybolmayayım diye bir damla kanımı ekledim, görevimi yaptım. Sağlıcakla kalın! Elimi uzatıyor, kapıyı açıp gitmek üzere toprağın mandalını kavrıyorum, ışıklı eşikte duralıyorum biraz. Zor, çok zor, gözler, kulaklar, ciğerler, dünyanın taşından toprağından kolayca kopup ayrılmıyor; insan diyor ki: Doydum, rahatım, artık hiçbir şey istemiyorum; görevimi tamamladım ve gidiyorum; ama yürek taşlarla otlara tutunuyor, direniyor, yalvarıyor: Biraz daha kal!
Sayfa 15
Reklam
Suyun altında yaşıyorum. Her şey uzaklarda kalmış gibi. Oralarda bir yerde zamanın kum saatindeki kum gibi aktığı güneşli bir dünya olduğunu biliyorum. Ama şu an bulunduğum noktada hava, sesler, zaman ve duygular çok yoğun.
Sayfa 373
Ne yazık! Ölüm ruhumuzu ne hale getirecek? Onu nasıl şekillendirecek? Ondan ne alıp ne verecek? Onu nereye yerleştirecek? Bazen dünyaya bakıp ağlaması için etten gözler bahşedecek mi? Ah! Bir rahip! Bir rahip bunları bilir! Bir rahip ve öpmek için bir haç istiyorum! Tanrım, hep aynı düşünce.
Sayfa 64
Bilimde de bir fikrin doğru olmasından çok inandırıcı olması önemli olagelmiştir. Bilim adamlarının sıkıntısı hep gerçekleri inandırıcı kılabilmenin zorluğunda yatmıştır. Çünkü gerçeğin ufku hayalden daha geniştir.
Sayfa 121
Ülkülerimiz bulanık ve ürkek, bilgimiz çok sınırlı olduğu için onları ağır ağır iyileştiriyoruz; çünkü bizim beceriksiz ellerimizde doğa da çekingen ve ağır.
Sayfa 34
..ruhunun o tepede, taşocağında, Çingenelerle birlikte arabaların arasında olduğunu hissetti. Yitmiş, ruhu çalınmış biri gibi bedeninin, bedeninin kabuğunun içinde değildi. Öz bedeni taşocağında, arabaların arasındaydı.
Sayfa 64
Reklam
Hayat dediğimiz bu tuhaf, karman çorman meselede, insanın bütün kâinatı koca bir şaka zannettiği acayip zamanlar ve durumlar vardır ve insan buradaki ince espriyi tam olarak kavramasa da şakanın bedelini esasen kimsenin değil kendisinin ödeyeceğinin farkındadır. Fakat hiçbir şey onun moralini bozmaz ve hiçbir şeyi karşı koymaya değer bulmaz. Bütün olayları, bütün inançları ve inanışları ve kanaatleri, ne kadar yamru yumru olsa da göze görünen ve görünmeyen her türlü sert şeyi, güçlü bir hazım sistemi olan bir devekuşunun kurşunları ve silahlardaki çakmaktaşlarını yuttuğu gibi çiğnemeden yutar. Küçük zorluklar ve endişeler, beklenmedik olası felaketler, hayatı ve insanın kolunu bacağını tehdit eden tehlikeler, bütün bunlar ve ölümün kendisi bile ona göze görünmeyen, garip ihtiyar bir şakacının şakadan vurduğu babacan birer fiske, böğrüne indirilmiş şakadan bir darbe gibi görünür. Sözünü ettiğim bu tuhaf, tutarsız ruh hali insanın ancak aşırı keder zamanlarında, en ciddi olduğu bir zamanın tam ortasında üzerine çöker ve daha bir an öncesinde ona çok önemli gözüken şey, artık koca bir şakanın bir parçası gibi görünmeye başlar.
Sayfa 307
Gayet keyifli ve rahattık, özellikle de hem dışarısı hem de ateş yanmadığı için çarşafların dışında odanın buz gibi olmasından keyfimiz daha da artıyordu. Daha da artıyordu diyorum çünkü insanın vücudunun sıcak olmasının gerçekten tadını çıkarması için bazı yerlerinin soğuk olması gerekir ki zaten bu dünyada tam zıddıyla kıyaslanmadan değeri
Sayfa 95
Günümüzde insanların mutluluğu eğlenmeye dayanıyor, eğlenmenin altındaysa "almanın", tüketmenin doygunluğu yatıyor. Tüm dünya, ağzımıza layık büyük bir nesnedir; büyük bir şişe, büyük bir elma, büyük bir memedir. İnsan, ebediyen beklenti içinde ve ebediyen düş kırıklığı yaşayan bir emici olup çıkmıştır. Karakterimiz değiştokuş etmek, almak, tüketmek, değiştirmek üzerine kuruludur. İster ruhsal olsun ister nesnel, ne varsa her şey tüketimin ve değiştokuşun nesneleridir. Sevgiye ilişkin durum da zorunlu olarak çağdaş insanın bu toplumsal yapısına göre biçimlenmiştir. Otomatlar sevemezler. Onlar sadece "kişilik paketlerini" birbirleriyle değiştirirler ve ucuza kapatma peşinde koşarlar.
Sayfa 107
Bu sessizlik, bu huzur içinde o görüntüleri inceliyor, karşılaştırıyordum. Bana öyle geliyordu ki, ben şimdiye kadar kendimi tanımamıştım. Şimdiye kadar tasarladığım haliyle dünya, değerini yitiriyor, geçersizleşiyordu; gecenindi söz; dünyanın yerine gecenin karanlığı hüküm sürüyordu (bana öğretmemişlerdi geceye bakmayı, geceyi sevmeyi). Bu anlarda kollarıma söz geçirebilir miydim, bilmiyorum. Öyle sanıyordum ki elim, kendi haline bıraksam, bilinmez bir dürtü etkisinde, kendiliğinden kımıldamaya başlar. Gövdemi sürekli denetlemesem, iradesizce bütün dikkatimi ona yöneltmesem, beklemediğim bazı hareketlere kalkışabilirdi. Uzun zamandır bende, diri diri dağılmakta, parçalanmakta olduğum duygusu belirmişti. Yalnız cismim değil, ruhum da, aralarında bir uyuşma olmaksızın, kalbimle sürekli zıt gidiyorlardı. Garip bir dağılma ve bölünmeden geçiyordum sürekli. Bazen bir şey düşünüyor, buna kendim de inanmıyordum. Bazen içimde kendime karşı bir acıma duygusu beliriyor, ama aklım ayıplıyordu beni. Birisiyle konuşsam, bir şey yapsam, türlü konularda söze karışsam gönlüm başka yerde oluyor-du, aklım başka yerde, ve ayıplıyordum kendimi. Dağılan, çözülen bir kitleydim ben. Sanki ben hep böyleydim, boyle de kalacağım: acayip, biçimsiz bir karışım...
Sayfa 48