”Doktor Bey.. Biz Arabız ve Müslümanız elhamdülillah.. Osmanlı Devleti de müslümandır. Dedelerimiz asırlarca bu din kardeşliği için Araplıklarını hatırlamadılar. Osmanlılardan ayrılsalar dinlerini mi kaybederlerdi? Hayır, elbette. Hallerinden memnundular ve ondan hatırlamadılar. Fakat hatırlamamak vazgeçmek değildir. Dediğim gibi onlar memnundular. Çünkü Osmanlılar adil ve kuvvetliydi. Adalet ve kuvvet! Bunların ikisi de bir arada olunca mesele kalmaz. Ama bir başka ırkı veya kavmi elde tutabilmek için bunlardan biri lazımdır. Hem de tam olarak olması lazımdır. Osmanlı Devleti ise uzun zamandır ne adil, ne de kuvvetli. Bir fırsat bekledik; İngilizler refah vaat ettiler. Siz şimdi yalnız aldığımız paraları düşünüp bize hain, hem de din haini gözüyle bakıyorsunuz. Bu ayı büyültüp küçülten, bu milyonlarca yıldızı ve bizi yaratan Allah’a yemin ederim ki, biz hain değiliz, biz yaşamanın, ayakta kalmanın tek yolunu keşfetmiş bulunuyoruz. Allah yanıltmış olmasın!”
Evet, Rahman’ın kulları, yeryüzüne rahmettir... O müminler ki, çoraklaşan ruhlara, çölleşen yüreklere rahmet yağmuru olup tüm zamanlara yağıverirler... Onların geçtiği topraklarda bir filizlenme beliriverir... Musab’ın Medine’ye yağması gibi..
Olayların arka planını görmezden gelerek yaşadığınız bir
hâdisenin, sizin cinsinizden biri tarafından başınıza geldiği-
ni düşünürseniz onu kabullenmekte zorlanırsınız. Fakat sizin
üzerinizde olan ve sizi var eden, size "varlık" bahşeden bir yüce kudretin Allahu zü'l Celal'in varlığını kabul ettiğiniz ve Ona teslim olduğunuz zaman tecelliyatla imtihan ediliyorsunuz. Başınıza gelene bu nazarla bakıp, her hâdiseden bir ibret alacaksınız. Modern insanın çıkmazı işte burada başlıyor. Modern insan bu çıkmazda hayatını idame ettiriyor. İnsana çok büyük yetenekler bahşedilmiş; ama bu yetenekler başına gelen imtihanlarla baş etmesine yetmiyor. Eskiden evlerin, tekkelerin duvarlarına, "Ah Teslimiyet" yazilı levhalar asılırdi. Bu teslimiyet, sizi var eden ve sizi kuşatan bir varlığa teslimiyettir.
Allahu zü'l Celal, yeryüzüne elçilerini göndermiş. Bu elçi-
lerin bir de vârisleri var. Büyük zevat-l kiram var. Bu şekilde
ala meratibihim bir teslimiyet zinciri var. Eski diplomalara ve
icazetnamelere şu yazılırdi: "El ele, el Hakk'a." En nihayetinde
siz Hak'tan gelen şerbeti içiyorsunuz. Kaynak insan değildir.
Allah'tır. insan sadece nakleder. Yunus Emre ne diyor:
Hak'tan gelen şerbeti içtik elhamdülillah
Şu tevhid denizini geçtik elhamdülillah.
Yunus Emre'ye Hak'tan bir haber geliyor, o habere, "Âmen-
na" diyor. Sonra o haberin mûcib-i muktezasınca amel ediyor
ve tevhid denizini geçiyor. Yoksa sadece "âmenna" demekle
geçilmiyor o deniz. işte o an bir sükûn bir sekinet hâli iniyor ruha. İnsanın iç dünyası ferahlıyor.
22. Câbir ibni Abdillah radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle buyururken dinledim:
“Zikrin en fazîletlisi lâilâhe illallah: Allah’tan başka ilâh yok’ sözüdür.”¹
Hadîs-i şerîfin tamamı şöyledir:
“Zikrin en fazîletlisi lâilâhe illallah, duânın en fazîletlisi de elhamdülillâh demektir.
Konumuz zikir olduğu için, İmâm Nevevî hadisin sadece ilk yarısını buraya almıştır.”
Tirmizî, Daavât 9, nr. 3383, İbni Mâce, Edeb 55, nr. 3800.
İMAM NEVEVİ RH/EL EZKAR
Zikir Hakkında Yazılan Eserler
Bir gün ve gecede yapılacak zikirler konusunda (ki bu zikirlere “amelü’lyevm ve’l-leyle” denir) birçok âlim pek değerli kitaplar yazmışlardır. Bu kitaplarda naklettikleri hadisleri muttasıl (kopukluk bulunmayan) senedlerle ve birbirinden farklı râvi zincirleriyle (tarîkler) rivâyet etmişlerdir.
Bu kitapların en
22. Câbir ibni Abdillah radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle buyururken dinledim:
“Zikrin en fazîletlisi lâilâhe illallah: Allah’tan başka ilâh yok’ sözüdür.”¹
Hadîs-i şerîfin tamamı şöyledir:
“Zikrin en fazîletlisi lâilâhe illallah, duânın en fazîletlisi de elhamdülillâh demektir.
Konumuz zikir olduğu için, İmâm Nevevî hadisin sadece ilk yarısını buraya almıştır.”
Tirmizî, Daavât 9, nr. 3383, İbni Mâce, Edeb 55, nr. 3800.
İMAM NEVEVİ RH/EL EZKAR