sızıydı ada’m
bir adada sona erdi yolum
onlarca savaştan sonra
iki durgun ırmağın birleşip
deniz olmaya karar verdiği yerde
iki martıya
ve sarp bir kayaya ev sahipliği yapan
dingin bir adada
rüyamda “git ve fethet” diyen ses
orada geceler tez biter elâdır demişti
dağınık durmalıyım bu gece diyordu saçları
nefesim gezinirken sarp kayada
anladım gece neden kısadır
gözleri tanyerinden önce ağardı
öyle bakma bana eririm
bakışlarını alıp gideceğim bir yer yok
unuturum kazandığım onca savaşı
esirin olurum
Lâ (Cem Mehmet Eren)
Gerçekten çok emek verilerek yazılmış bir kitap.Engellilerin ve refakatçılarının sokakta, sosyal etkinliklerde ve en basit yolculuklarda yaşadığı zorluklar ayrıca ev içerisi dört duvar arasında bakım ve yaşanılan sorunlar çok güzel anlatılmış.Böylece umarım insanlar engellilere daha duyarlı yaklaşılır.Bu kadar duyarlı bir şekilde kaleme alınan gerçekler beni etkiledi.Fakat kitabın sonundaki mesaj pes etmek değil de umudunu ve inancını yitirmemek olsaydı çok güzel bir kitap olurdu.Ve inanın insanı, insan yapan ayakta tutan değerler bunlar.
Senden Önce BenJojo Moyes · Pegasus Yayınları · 201329,3bin okunma
"Terbiyeli, nazik, cidden ev kadınıydı. Kendine mahsus sempatik bir hali vardı. Az zamanda iyi hali ve iyi muamelesiyle muhite kendisini çok sevdirdi. Biz de onu çok sever kendisine hürmet ederdik."
İkinci kez elime aldığım bu kitabı nihayet bitirdim. Okuyan arkadaşlarımın kitabın sonu ile ilgili düşünceleri 'daha sonra mı okusam' diye düşündürse de ;)
İskender Pala'nın kendi kurgusuyla yazılmış bir kitap değil. Müzayededen satın aldığı el yazması bir kitabı dilimize çevirmiş. :)
El yazması kitabın adı 'Yek Cinayet Şast u Şeş Sual (1 Cinayet 66 Soru)' ama 'yazar neden Katre-İ Matem demiş' diye aklımdan geçirdim. Sayfalar ilerledikçe kitabın adının nereden geldiği bölümü notlarımın arasına eklemiştim bile. Lale nasıl yetiştirilir, lale nasıl olur da insanda bu denli bağımlılık yapar, ..... Öylesine önünden geçtiğim ve fotoğraf çektirdiğim lalelerin anlatıldığı kitapta çok yerin altını çizdim (çizdim dediysem, not aldım). Ancak sonuna geldiğimde kafamda soru işaretleri oluşmadı değil. Benim için keyifle okuduğum bir kitaptı, sonuna artık takılmıyorum. Kitapla beraber bir Osmanlı geleneğini de öğrendim. Kapılarda iki tokmak bulunurmuş. Bunun sebebi; ev ahalisinin kapıya gelen kişinin erkek mi, kadın mı olduğunu anlamak için.. Bu şöyle oluyor ki............... ;)
Kendi inşa ettiğimiz hapishanelerde yaşıyoruz; adına ev, aile, akrabalar, töreler diyerek… Sonra bu duvarların arasında boğulup, çıldırıyor, ama yıkılmasın diye de uğruna hayatımızı siper ediyoruz."
Ara sıra olur. Cigara dumanlarıyla dolu, boğucu, kalabalık bir odada, birbirlerine uzak kimselerin rastgele sürüklendikleri bir odada, bir akşamüstü, her şey kalakalır; bıçak-çatal seslerinden başka ses duyulmaz olur. Herkes, garip bir suçluluk duygusuyla ses çıkarmamaya çalışır elinden geldiğince. Ev sahibi ayağa kalkar, son bir atılımla geceyi kurtarmaya girişir; soğuk bir şaka yapar, sıradan bir olay anlatır, ya da bilinen bir fıkrayı yineler ama ne olursa olur, bir başka şey boşalır ansızın, sanki herkes, bu sıradan, ucuz ortaklaşmayı bekliyormuşçasına koyverir kendini; bir ağızdan gülüşülür.
İşte o anda, daha önce hiç karşılaşmamış iki kişi, anlatılmaz bir çekime uyarak başlarını kaldırır, göz göze gelirler. Ağızlarından aynı sözler çıkmak üzeredir, oysa ağızlarını açmazlar, bakışlarını kaçırırlar. Ne var ki, o değişiklik olmuştur bile; bir ırmak gibi, bir çöl gibi doğal bir sınır çizgisi, onları odadaki kalabalıktan ayırıvermiştir.
Birbirlerini tanıyorlardır..