Aşk nedir?
Sanıyorum ki yeryüzünde çok sayıda farklı cevabı olan tek soru budur. Öyle ki bu soruya hepimizin vereceği bir cevap muhakkak ki vardır. Bizler bu soruyu ya olması gerektiğine inandığımız şekliyle ya da yaşadığımız tecrübelerden ve gözlemlerden yola çıkarak kendi düşünce ve duygularımızı harmanlayarak yanıtlarız. Tek soru, milyonlarca
Dostoyevskinin, sürgünde geçirdiği ağır ceza mahkumiyeti dönüşü yazdığı 2. kitabıdır Yeraltından Notlar. İlki Ölüler evinden Anılar. Ölüler Evi yani mahkumiyetini geçirdiği kalabalık koğuşun bulunduğu yapı; içindekiler sözde yaşayan ölüler, evin kendisi ise bir tabut. Yeraltından Notlar da ise kendisi ölümü bekleyen sözde canlı ..aslında “O” da
(Spoiler içerebilir)
Bir Bilal Günaydın klasiğiyle başlamak istiyorum; yazarın okuduğum ilk kitabıydı...
Başlarda tam olarak konuyu idrak edememenin verdiği ilerleyemeyişe uğrasam da konuya girdikten (ameliyat gerçekleştikten) sonra bir gecede bitirdim ki zaten 103 sayfalık kısa bir kitap... Tabii bu uzatmada, benim uzun betimleme sevmeyişimin ve
İlyada Destanı, bilindiği üzere Truva(Troya) savaşını konu edinir. Sanıyorum ki bu konu üzerine ne yazılsa spoiler değeri taşımaz. Eğer Truva Savaşı ile ilgili hiçbir şey bilmiyorsanız bu uzun inceleme yazısını da okumayabilirsiniz. Lakin başlarda, ki uzun bir kısım bu kitapta yer alan olayları değil öncesinden bilgiler yer alacaktır. Çünkü
Odun Kesmek, Bernhard'ın Avusturya sanat dünyasını topa tuttuğu bi' kitap. Özellikle Viyanalı "burjuva"ların sırf sanatsal gözükmek adına nasıl "alçaklık"lar yaptığını ayrıntısıyla anlatan bi' kitap. Ama elbette sadece bu kadar değil.
Viyana'da zaman geçirmiş müzik ve oyunculuk eğitimi alıp bu çevrede yaşadıktan sonra yazına
Bakmayın İslamcı Gençliğin el kitabı dendiğine, zira Üstadın kendisi de kitabın başında bu ifadenin galatı meşhur olduğunu dolayısıyla İslami mücadele ve mücahade veren gençlerin İslamcı diye adlandırılmasının pek de uygun olmadığını ifade ediyor.
İslamcı kelimesinden ben de aşırı derecede tiksiniyorum açıkcası, İslamcı da neymiş? Allah Azze ve
Yaşantıların kendilerini insandan bağımsız kıldıklarının ayırdına varılmadı mı? Yaşantılar tiyatroya taşındılar; kitaplara, araştırma merkezlerinin ve araştırma amaçlı yolculukların raporlarına geçtiler; yaşamanın belli türlerini, toplumsal bir deney yaparcasına ötekilerin zararına geliştiren fikir ve din topluluklarına gittiler, ve iş başında olmadıkları zaman da, öylece havada süzülmekteler; bugün herhangi bir kimse, başkaları işine bunca karışırlarken ve her şeyini ondan daha iyi bilirlerken, öfkesinin hâlâ gerçekten kendi öfkesi olduğunu bilebilir mi?! Artık adamsız niteliklerden, yaşayanı olmayan yaşantılardan oluşma bir dünya çıktı ortaya, ve görünüşe bakılırsa sanki ideal konumda, insanın artık hiçbir şeyi kendi özelinde yaşamayacağı ve kişisel sorumluluğun o dostane ağırlığının olası anlamlardan meydana gelen bir formüller sisteminde eritileceği söylenebilecek.
Dininin, onu anlatma vasıtası olan dilinin, idrak etme boyutunda vazife îfa eden beyninin, masala çevrilen tarihinin, işgal edilen evinin dâvâcısı bir gençlik... Lâkin bütün bunlar ancak Hak'la Bâtıl'ı birbirinden ayıracak bir öfke ile mümkündür. Çünkü öfkesi olmayan bedel ödeyemez, durması gereken yerde duramaz, yol açamaz. Bu yüzden Üstad der ki, "İnsan başını sıçan kafasından ayıran tek hassa, öfkedir. Ha tüfeği olmayan asker, ha öfkesi olmayan fikir!