“Gece, uyku zamanı olduğu gibi, düş görme zamanıdır da. Gördüklerimizi, işittiklerimizi, kokladıklarımızı ve düşündüklerimizi sınırlayan diller, formlar, davranış biçimleri ve algısal paradigmalar, kendine özgü bir biçimi ve dili olan düşlerin yapısına aykırıdır. Düşlerde renkler, görüntüler, insanlar, duygular ve düşünceler özgürce birbirine karışır ve benzersiz bileşimler yaratırlar. Öylesine özgürdür ki düşler, onları söze dökmekte güçlük çekeriz - insan zihnini gün boyunca biçimlendiren o katı yapılar düşlerimizi dillendirmeye yetmez, hatta engel olur.
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendin bilmezsin
Ya nice okumaktır.
x-sonsuz
Amin Maalouf'un işbu kitabı yazması bizler için büyük bir şans. Müslüman bir coğrafyada (!) doğan katolik bir Arap'tır kendisi. Tabii bu kavrama istinaden hali haraptır da. Lübnan'da başladığı hayatına Fransa'da devam etmiştir. Kimlik bunalımlarını ya da
Bu Tanrı ile benzeri özellikleri taşıyan gök kürelerini döndüren akıllar; nihayet daha önce de işaret ettiğimiz gibi insan ruhuna dışardan gelerek onu kuvve halinden fiil haline geçiren ve kendisi her zaman fiil halinde olan "Faal Akıl" dır.
Fizikle ondan bir derece daha üstün olan metafizik veya teoloji arasındaki fark da, zaten bundan ileri gelmektedir: Metafiziğin konusu fizikten farklı olarak aynı zamanda hem bağımsız bir varlığa sahip tözler olan, hem de hareketsiz olan bu tanrısal şeyler, saf Formlar ve saf Akıllardır.
Sayfa 63 - İstanbul Bilgi Üniversitesi YayınlarıKitabı okudu
Yani ezeli-ebedi, değişmez bir varlığa sahip olan şeyler bireyler değil, formlardır; formlar arasında da salt Form olan Tanrı'dır.
Öte yandan maddeden bağımsız Akıllar, gök kürelerinin akılları ve nihayet ne olduğu tam olarak bilinmeyen Faal Akıl da Tanrı'yla bu gerçekten ve tam olarak var olma ayrıcalığını paylaşırlar.
*****
Sayfa 190 - İSTANBUL BiLGİ ÜNİVERSİTESİ YAYlNLARIKitabı okuyor
Platon çoğu sanatı, gerçekliği yanlış temsil ettikleri gerekçesiyle yasaklardı. Ressam görünüşleri resmeder, fakat görünüşler Formlar hakkında aldatıcıdır.
Duyusal-bireysel varlıklar olmadığını, Formlar olduğunu ve bu Formları kavrayan yetinin de duyular olmayıp akıl veya zihin olduğunu kabul eder. Ancak onların, yani Formların "görülmesi veya sezilmesinde" duyuların "hiç olmazsa hareket noktası olarak" belli bir önemi ve de ğeri olduğuna inanır.
Evet, Aristoteles'e göre bilim, duyu değildir; çünkü duyu bize tümeli, evrensel ve değişmez olanı, kalıcı olanı veremez.
Öte yandan Aristoteles "bir duyuyu kaybedenin bir dünyayı kaybetti ği"ni söyler. Duyular ve duyusal tecrübe, Aristoteles'e göre, bilgide "duyusalda içerilmiş olan duyusal olmayanı", tümeli, akılsal olanı gösterme veya sezdirme bakımından vazgeçilmez bir rol oynar.
Aristoteles, bilimi duyuma indirgereyecek kadar Platoncu olduğu gibi duyusal gözlemlerin toplamı olan tümevarımı bilimin kendisi olarak kabul edemeyecek kadar da Platoncudur.
Sayfa 46 - İstanbul Bilgi Üniversitesi YayınlarıKitabı okudu
Türkiye Birincisi
Asla yeterince iyi olamadım. Aileme, anneme babama, onların bana harcadığı paraya layık
olamadım. Hayır, serseri değildim, geri zekalı da değildim, bir amacım da vardı ve bunu
gerçekleştirmek istiyordum. Çalışkan olmak... istiyordum. Çalışkan olmak için oturup çalışmak
lazım ben de biliyorum, söyledim ya geri zekalı değilim.
Albert Camus'nün "Sisifos Söyleni", varoluşun anlamsızlığı ve insanın bu anlamsızlık karşısındaki tutumu üzerine bir meditasyon. Sisifos'un kayayı sonsuza kadar tepeye taşıyıp tekrar aşağı yuvarlama cezasını anlatan Yunan mitolojisinden esinlenerek, Camus bizi kendi hayatlarımızı sorgulamaya davet ediyor.
Camus,