Bize lazım olan şey, Garba intikal etmiş olan kendi ilimlerimizi bir an evvel oradan toplamaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Herhalde unutmamalıyız ki; biz geriledikçe kendimizi kaybedip Garplılaştık; şimdi ancak ilerledikçe kendimize gelip Şarklılaşabileceğiz. Çünkü Garp medeniyeti hakikatte Şark medeniyetidir.
Türklerin vaktiyle dahil bulunduğu bu müşterek medeniyete Uzak Şark Medeniyeti denilebilir. Türkler, İslamiyetten sonra bu medeniyeti bırakarak, Şark Medeniyetine girdiler.Tanzimattan beri de Garp Medeniyeti'ne girmeğe çalışıyorlar.
Sayfa 23 - Kültür Bakanlığı -Devlet kitaplığıKitabı okudu
Reklam
Peyami Safa
Bugünkü Garp medeniyeti, gittikçe, terkibine daha fazla miktarda karışan çeliği hazmedemiyor ve kusmak istiyor. Onu makineleşmekten ve büyük sanayinin barbarlaştırıcı, hayvanlaştırıcı tesirlerinden kurtarmak için, terkibinde Şark unsurlarının çoğaltılması lâzımdır.
“Mustafa Kemal geri bir memlekette medeniyet meselesi halledilmedikçe hiçbir meselenin halledilemeyeceğini biliyordu. Şarklı-Garplıya inanmıyordu. Ya Şark, ya Garp vardır. Garp medeniyetinin temeli, hür tefekkürdür. Şapka bir başlık taklidi değildir, tefekkür inkılâbının bir sembolü idi.”
Sayfa 622 - PozitifKitabı okudu
‘’Atatürk bu büyük ameliyatı yaptı. Türk bünyesinde yaşamaya müsait gördüğü bu iki fikrin Osmanlılık mefhumuna yapışan olu taraflarım kesip attı. Artık varlığından eser kalmayan şeriat ve saltanat otoritelerine boyun eğmeyen, kendi prensibine ait kıymetlerden zırnık vermeyen, müstakil ve kendi kendine bol bol kafi bir milliyetçilik doğuyordu; üstünde azlıkların yok denecek kadar azaldığı ve baştan başa öz Türklerin yaşadığı bir toprakta başka türlü bir nasyonalizmin hiçbir manası kalmamıştı. Böyle bir milletin siyasi istiklalini Avrupa devletlerine kabul ettirdikten sonra içeride yapılacak tek ve büyük bir iş vardı: Garp metodunu, yeni cağ Avrupa’sının tekniğini yıkılmış bir imparatorluğun, zaruri kıldığı endişelerden hiçbiriyle sakatlanmadan, şeriat ve saltanat korkusundan temizlenmiş bir bütün ülke, yekpare ve tastamam bir inkılab hareketi halinde memlekete sokmak. Artık tanzimatın yarı şer’i, yarı nizami mahkemesinden eser kalmayacaktı; artık Türk maarifi yarı mekteb, yan medrese içinde bilgi dağıtmayacaktı; artık Enveriye, şu bu gibi yan şapka, yarı külah acayip serpuşlar aranmayacaktı; artık yarı alaturka, yan alafranga musiki olmayacak ve Türk kadını yarı tavuk, yan insan halinden çıkacaktı. Atatürk”ten evvel, Tanzimat ve Meşrutiyet gibi bütün inkılab hareketleri, yarım adamların yarım adımlarıydı. Milletin başına bütün belaları üşüştüren bu yarımlıktı; Türk bünyesini hem şark ve garb, hem din ve milliyet arasında yarımşar ve sakat iki parçaya bölüyordu.’’
‘’Farabi ve İbni Sina, Aristo’dan sonra ve onun delaletiyle, ortaçağda bugünkü akılcı ve tabiatçı Avrupa kafasının ilk çatısını kuran Türk mütefekkirleridir. Her ikisi de, klasik düşüncenin yatağında asırların yorganını başına çekerek ebedi bir uykuya dalmış görünen Aristo’yu uyandırmışlar, şark ve arkasından da garp kültüründe, ilahiyatçı ve mistik bir görüşten tabiatçı ve dünyacı bir görüşe geçişin ilk prensiplerini ortaya koymuşlardır. Farabi’de yeni Eflatunculuk mistiğiyle Aristo tabiatçılığı arasında bir köprü kuran bu büyük inkılâp, artık İbni Sina’ da varacağı noktaya varmıştır.’’
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.