Kocalar karılarına bağırıyor, doktorlar sırada bekleşen hastalara bağırıyor, hastalar birbirinin sırasını almaya yelteniyor, imtiyazlı olduğunu düşünenler emniyet şeridini gasp ediyor, amir memuru paylıyor, gazeteci yalan haber yapıyor, belediye işleri eşe dosta veriliyor ve bir çocuk, Dilârâ, bir çukura düşerek hayatını yitiriyor. O, saygı kıtlığı çekilen bir ülkenin kurbanı. Çünkü biz saygıyı sadece belirli insanlara hasrediyoruz. Sadece bizden daha güçlü gördüğümüz kişi veya kurumlara saygı gösteriyoruz. Bizimle eşit statüde bulunmayan insanların ihtiyaçlarına saygı duymuyoruz. Çıkarları bizimle aynı olmayan, bizden farklı düşünen, bizden farklı giyinen, niye bizden farklı olduğunu anlayamadığımız insanlara saygı göstermiyoruz. Başkasında görüp de anlayamadığımız şeyi kabullenmekte zorluk çekiyoruz. Ve nihayet bu ülkenin mülksüzlerine, ‘görünmez’lerine saygı duymuyoruz. Onların hayatı bizi ilgilendirmiyor, çocuklarını bir çukurda veya bir dağda yitirdiklerinde hiç ses etmesinler, hiç haklarını aramasınlar istiyoruz.