Julia özlem dolu bir nefes aldı ve gözlerini kapata- rak onun yanında olduğunu ve omuzlarına masaj ya- parak bütün ağrısını aldığını hayal etti. "Eğer orada olsaydım omuzlarına masaj yapardım. Bana yaslanır- dın ve ben de seni iyileştirirdim."
"Hımm... Eminim yapardın."
"Ben sana masaj yaparken, sen de başını bacakla-
İşsizlik gerçekten zor zanaattır. Sıkıntıda, dertte ilk göze batan insan, işsizdir. İşsiz kalmanın mağrurluğu ve çevrenin işsiz kalana anlayışı, işsizliğin süresi uzadıkça azalır. Sürekli çok meşgulmüş gibi yapsanız bile, belli bir zaman sonra aslında meşgul olmadığınız fark edilir. Büyük bir ciddiyetle internete giren işsiz, belki bilgisayardan anlamayan aileyi belli bir yere kadar oyalar ama er ya da geç internette mal gibi gezdiğiniz anlaşılır. İşsizin erken kalkmasına gerçekten gerek yoktur ama öğlene kadar uyuyan işsiz göze batar sinirleri üzerine çeker. Bir yere gitmeseniz bile işsiz olarak herkesten önce kalkıp evden uzaklaşmanız gerekir. Az yemeli, sürekli dertli gibi görünmeli, fazla konuşmamalı, fazla televizyon izlememeli, her şeyi en minimumunda yapmalıdır işsiz.
Bazı insanlarla tanışmaya geç kaldık. Bazılarını tanımaktan pişman olduk.
Bazılarıyla da henüz kesişmedi yolumuz. Hayat biraz da bir insandan kopup başka bir insana bağlanma yolculuğu.
Her kopuş ve bağlanış, insana muhakkak bir şeyler katar, pişmanlık ve üzüntü verse bile.
Her şeyi büyük bir mesele haline getirirseniz, enkaz haline gelirsiniz. Geçmişte yaşayamazsınız çünkü o geçmişte kaldı ve onu geri getiremezsiniz. Berbattı, bitti, bir sonraki hataya geç.
Her kim doğmuşsa, günü gelecek,
her canlıyı er geç yok eden
güneş onu mutlaka silecek.
Sevinç de gam da gidecek elden,
iz kalmayacak akıldan, sözden,
soylu aileden, nice nesilden;
hep güneşte gölge, rüzgârda duman.
Biz de onlar gibiydik bir zaman,
siz nasılsanız öyle: Şen, üzgün;
tam gördüğünüz gibiyiz bugün;
canı çıkmış, güneş altında toprak.
Her canlı er geç yokluğa varacak.
Bir zamanlar fışkırırdı ışık
gözümüzün her mağarasından,
hepsi boş, karanlık, korkunç artık;
peşinden bunları sürükler zaman.
"Yaşa, işe, güce, itibara en ufak hürmeti olmayan bu acıya aşk acısı diyorlar. Kim olursan ol, seni saklandığın yerde er ya da geç buluyor, gelip göğüs kafesini ateşle sıvazlıyor ve sen içeride kapkara kurum tutuyorsun. Ağzını açsan, alevler püskürüverecekmişsin gibi, ciğerlerine damla damla kurşun eritiyorlarmış gibi. Kolay kolay geçmiyor, geçtiğinde de sen geçmiş olduğunu bile fark etmiyorsun. Yağmurlu havalarda sızlayan eski bir kırık gibi sızlayıp duruyor, kendini hatırlatıyor. Bir tadı, bir kokusu, bir eti var hatta, bir kütlesi; gelip göğsüne oturmasından belli. Kokusunu, kütlesini hesap edemiyorum ama bir tadı varsa bence o genizde kalmış greyfurt tadını andırıyordur. Çok sevdiğin bir şeye benzeyen, ama o olmadığını da bal gibi bildiğin bir tat; acı, buruk, portakala benzeyecek neredeyse, değil ama işte. Hani kelime çok havalı olmasa, "kekre" diyeceğim. İstediğin kadar yutkun, üstüne istediğini ye, iç; geçmiyor, genzinden aşağı yuvarlanıp gitmiyor. Ne yediğinden anlıyorsun ne içtiğinden. Allah belasını versin."
Bir şehrin girift eşiğinde
Efil efil zemheri ikliminin uçlarında
İnce siyah bir şal takmış
Kalbini rüzgara mühürleyip
Hızlı adımlarla koşan
Bir çift topuklunun sesiyle
Uyandım
Jet gibiydi