Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Nûreddin, Ali b. Vefa'nın Haçlılara yaptığı işbirliğinin oluşturduğu psikolojik ortamda ve şüphesiz Haçlılarla işbirliği yapan Şiî unsurlara karşı tedbir olarak Receb 543'te (1148 yılı sonları) Halep'teki Şiî etkinliklere müdahale etti. Şiiler tarafından sabah ezanına eklenen "Hayye alâ hayri'l-'amel (Haydi en hayırlı amele)" sözlerinin ezanda okunmasını ve Hz. Muhammed'in sahabesi aleyhinde konuşmayı şehrin Hanefi âlimlerinden İmam Ebü'l-Hasan Ali el-Hanefi ve bir grup Sünni'nin talebi ile yasakladı. Nûreddin'in devletinin Haçlı karşıtı Sünnî bir karakter üzerine oturduğunu gösteren bu uygulama, Halep Şiîlerine ağır geldi. Halep'te karışıklıklar çıkardılar fakat Nûreddin'in "meşhur heybeti"nden bu durumu sürdüremediler.
Sayfa 117Kitabı okudu
istilam
Kişinin ellerini Hacerü'l-Esved'e koyup ağzını Hacerü'l-Esved'in üzerine koyarak sessizce onu öpmesidir. Şayet buna güç yetiremezse ellerini ona doğru çevirir sonra ellerini öper.
Sayfa 206 - Haccın eda ediliş şekliKitabı okuyacak
Reklam
Haccın farz oluşunun şartlan
Aşağıdaki şartlan taşıdığında ömürde bir kez haccetmek erkek ve kadın her fert üzerine farz-ı ayndır: 1. Müslüman olması; kafire haccetmek gerekmez*. 2. Buluğa ermiş olması; çocuğa haccetmek gerekmez. 3. Akıllı olması; zihinsel engelliye gerekmez. 4. Hür olması; köleye gerekmez. 5. istitaat (haccı yapmaya güç yetirebilecek olması); gücü yetmeyene gerekmez. istitaat (güç yetirmek): Kişi memleketinde bulunmayacağı süre için, ailesinin nafakasından arta kalan miktardan azığa ve bineğe sahip olmasıdır. *Yani farz olmaz.
"Biz önce Allah'ın kitabında olanı alırız. Onda bulamazsak Hz. Peygamber'in sünnetine bakarız. Orada da bir şey bulamazsak ashabın ittifak ettiğini benimseriz, ihtilaf etmişlerse dilediğimizin görüşünü alınz. Başkalarının görüşlerini onlara tercih etmeyiz. Ancak Hasan-ı Basri, İbrâhim en-Nehai, Said b. Müseyyeb gibi tabiun âlimlerine gelince onların ictihadlarına bağlı kalmayız. Onlar gibi biz de ictihadda bulunuruz. Aralarında müşterek illet bulununca bir hükmü diğerine kıyas ederiz."
...hilâfetin Osmanlı'ya intikalinde bir merasimin olmadığını kabul etsek bile bunun Osmanlı hilâfetinin meşruiyetine şüphe düşürmesi söz konusu olamaz. Kaldı ki birçok kaynak İstanbul'da yapılan merasimle Abbâsî halifesinin hilâfeti Osmanlıya devrettiğini zikretmektedir. Corci Zeydan, Sultan Selim'in halife olurken Hanefi âlimlerden ve diğer ulemadan fetva istediğini ve ulemânın birçok sebepleri sıralayarak Yavuz'un hilâfete en lâyık zat olduğu konusunda imamların ittifak ettiklerini belirtmektedir.
Sayfa 287 - Kayıhan Yayınları, 4. BaskıKitabı okudu
Hilâfetin Kureyşîliği Meselesi-II
Taftazânî, 'Kureyş'ten imâmet için uygun bir kimse bulunmadığı takdirde veya bulunur da buna başka biri galip gelir Kureyşli halife olamazsa Kureyş'in dışındaki otoriter birisinin kadıları tayin etmesinin, hükümleri yerine getirip, hadleri ikâme etmesinin ve imâmete taalluk eden diğer bütün görevleri yapmasının caiz olduğunda bir anlaşmazlık.' diyerek Kureyşli olmayanların hilâfetine meşruiyet kazandırmıştır. Buharalı meşhur Hanefi hukukçusu Sadru'ş-şerîa da zarûretlerden dolayı... 'Kureyşîlik şartı da düşmüştür'... diyerek bu konuya açıklık getirmiştir.
Sayfa 192 - Kayıhan Yayınları, 4. BaskıKitabı okudu
Reklam
Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (ra) Hazretleri a) Hayatı Sünnî Kelam Okulları’ndan Mâtürîdiyye’nin öncüsü olan{Dipnot} Ebû Mansûr el-Mâtürîdî hakkında kaynaklardaki bilgiler oldukça sınırlıdır. Günümüz Özbekistan Cumhuriyeti’nin sınırları içindeki Semerkand’ın dış mahallesi olan Mâtürîd’de doğdu. Sâmânoğulları’nın Mâverâünnehir bölgesine hâkim
Kurdistan
Kürtçe’nin Zaza’ca lehçesinde, Ko-Koy dağ, Korti ise dağlı demektir. Kurti ise M.Ö. 3000’lerde ilk kez kullanılmıştır. Urartu-yüksek ülke, Huri-yüksek ülke, Gondwana-köyler ülke, Nairi-Nehir ve Su halkı, Med-Medain yani Maden ülkesi, Komagenes-Kom-Zom Soyu; gibi günümüz diline çevrildiğinde lengüistik ve etimolojik açıdan kökenimizin tarihi üzerine önemli ipuçları vermektedir. Öte yandan diğer güçlerin tanımlamaları da dikkat çekicidir. Yunanlar Kürtlere, Karduk derken, Araplar Ekrat (Kürtler) şeklinde adlandırmışlardır. Bu kavramı ilk kez Abu Ali Hasan Medeyimi isimli bir Arap yazar 8.yy.’da Kale El Ekrat kitabında dile getirmiştir. Yine Teberi isimli bir başka Arap yazar, Futurati İslam ve Kurd adlı bir kitap yazmış. Yine Ebu Hanefi Ahmed Dineveri (820-896), Ahbar el Tiva adlı kitabında Kürdistan kelimesini kullanmıştır. Matthaus isimli bir Ermeni ise ilk kez 10. yy.’da “Kurdistan” kelimesini kullanmıştır. Türk olan Sultan Sancar ise 11.yy’da Kürdistan kelimesini kullanmış olup, Osmanlılar da ise hem Sultan Yavuz Selim hem de sonraki sultanlar bolca “Kurdistan” ismini, Kürtlerin yaşadıkları ülkeyi tanımlamak için kullanmışlardır.
"Resûlullah (s.a.v.) ihramlıyken kendisinde bulunan bir ağrı sebebiyle ayağının üzerinden hacamat oldu." Hz. Peygamber'in ayak üzerinden hacamat yaptırmasının sebebi, bir gün atına bindiğinde orada bulunan bir hurma kütüğünün üzerine düşmesi sonucu ayağında meydana gelen şişliktir. Bu şişlik (ödem), ayak kemiğinin kırılmaksızın zedelenmesinden dolayı oluşmuştur. [Ebû Dâvûd, "Menâsik", 35 (Hadis No: 1837). İbn Mâce, "Tib", 21 (Hadis No: 3485); Hasan el-Hanefi es-Sindî, Sünenü İbn Mâce (thk. Halil Me'mûn), Beyrut: Dârü'l-Ma'rife ty., IV, 110.
Günümüzdeki yenilgi, askeri bir yenilgi olduğu gibi, özü itibarıyla da akli bir yenilgidir. Şu an maruz kalınan tehlike, yalnızca toprağın elden gitmesi değil, bunun da ötesinde ruhun bir daha dirilmemek üzere ölmesidir; kadim geleneğimiz içindeki soyluluğun eleştirisine kapılmamızdır ve kadim geleneğimizin kendi dönemindeki kültür paralelinde yürüttüğü çağdaşlaşmayı eleştirmemizdir. 'Gelenek ve yenilenme', şu ana kadar gerçekleştirmeyi beceremediğimiz, başarısızlıkların/yenilgilerin art arda gelmesi sonrasında da yalnızca bir propaganda ve iddia olarak ele aldığımız soyluluk ve çağdaşlığın projesidir.
Sayfa 233Kitabı okudu
Reklam
Zira tartışma, hakikate ulaşmayı değil, karşı tarafa üstün gelmeyi hedefler, Araştırmacıların çabaları, ortak bir etkinlik dâhilinde birliktelik arz edeceği yerde birbiriyle çelişir, zıtlaşır, birbirini etkisiz hale getirir ya da onlardan biri diğerlerinin yenilgiye uğraması pahasına üstünlük sağlar. Tartışmada bulunan kimse, düşünce üretmez, aksine öteki tarafın yenilgisini ister, hatta bu yenilgi gerek ele aldığı konunun gerekse kendisinin sahip olduğu mantığın ve düşünsel duruşun aleyhine de olsa bu böyledir. İşe önyargılarla başlamada, demagoji yapmada ve inanmadığı hâlde karşı tarafın öncüllerini kabul etmede bir sakınca görmez. Çünkü tartışmada bulunan kişi, bir düşünce ortaya koymaz, tarafsız davranmaz, aksine çatışır ve savaşır. Bu noktada yine akıl ortadan kalkar, coşku ve heyecan hâkim olur. Öyle ki bu durumda bizler, nesnel bir düşünce ile değil, kadim edebî bir sanatla, yani birbirini nakzetmeye ilişkin bir edebî türle karşı karşıyayızdır. Dolayısıyla araştırmacılar ömründe hiç şiir yazmamış şairlere dönüşürler.
Sayfa 133Kitabı okudu
Mevcut yöntem krizi iki hatadan kaynaklanmaktadır: Bilimsel çığırtkanlık ve vaazsal/söylemci eğilim. İlki oryantalistlerin, ikincisi ise Müslümanların araştırmalarının büyük bölümüne hâkimdir. Nasıl ki bilimsel çığırtkanlık, oryantalistlerin yolunu izlemeleri ya da öncesinde metodik düşünüş olmaksızın (sadece) yaygın ve meşhur olanı kullanmaları sebebiyle Müslümanların bazı çalışmalarına hâkimse inceledikleri medeniyetlerin güzel yönlerini ele aldıklarında da oryantalistlerin bazı çalışmalarına vaazsal eğilim hakim olur. Her iki hata da her bir araştırmacı grubun mensup oldukları medeniyetin karakterinden kaynaklanır.
İşgalden ve gerek askeri işgal şeklindeki doğrudan sömürgecilikten gerekse askeri üsler, iktisadi yardımlar, barış gücü, misyoner gruplar, yabancı müessese, organizasyon, okul ve enstitüler aracılığıyla gerçekleşen gayr-i askerî (sivil) işgale bağlı dolaylı sömürge şekillerinden kurtulmak. Zira bugünün araştırmacısı dününkinden farklıdır. Dünün
Kitleleri diyaloğun bulunmadığı kapalı gruplar dâhilinde örgütlemek, yalnızca kendilerinin doğru yolda olduğuna, ōtekilerin ise hata üzere bulunduğuna inanmak. Nitekim etnik örgütlenmelerin ekseriyeti böyledir; lakin burada söz konusu olan etniklik, düşünsel, metodik, bilimsel ve inanca dayalı bir etnikliktir. Bu durumda çağrı, kendi kendine konuşan ve yalnızca dilediği şeyi işiten kapalı bir toplumu andınır. Diyalog ortadan kalkmıştır; düşünce farklılığı, ayrılık hâlini almıştır; sertlik, uygulamanın bir özelliğine dönüşmüştür; başkalarını katı kalıplar içinde sınıflama -ki bunun sonrasında onlarla diyalog imkânsızlaşır, alışkanlık hâline gelmiştir. Bu kapalı gruplar milli eğitim düzeyinde her ne kadar popularite ve etkiye sahip olsalar da -kapalı yapıları sebebiyle- ufkun daraltılmasına ve başkalarıyla olan diyaloğun güçleştirilmesine katkıda bulunmuştur. Şayet ortada bir diyalog varsa bu her tür önkabulden vazgeçmeye hazırlık amacıyla değil de kendini savunma ve karşı tarafın fikrini çürütme amacıyla olmuştur.
Bizim yanlışımız, asrın gereklerinin değişmesine rağmen aynı seçeneğe tutunuyor olmamızdır. Sözgelimi tabiatçı eğilim geçmişte kabul görmemişti; çünkü o, tevhid ve tevhid etkinligi itibarıyla tehlike arz ediyordu.' Lakin bu eğilim, şu an itibarıyla kabul görebilir; çünkü onda, insanın kendisini tabiattan koparması ve kadim tevhid [anlayışıl üzerine odaklanmak suretiyle de tabiati yok sayması yerine, tabiatı inceleyerek, ona etkide bulunarak ve onun kurallarını açığa çıkararak tabiata dönmesi söz konusudur. Şu halde 'Gelenek ve yenilenme'nin misyonu, eski seçenekleri yinelemek, hatta bundan da öte yeni seçenekler ortaya koymak ve bunlardan asrın gereklerine en uygun olanı tercih etmektir. Zira bu seçenekler hakkında yargıda bulunmaya yönelik teorik hata-sevap ölçeği yoktur, aksine yalnızca uygulamaya dayalı bir ölçek mevcuttur. Üretken, etkin ve asrın gereksinmelerine karşılık veren seçenek, matlup olan seçenektir. Bu, diğer seçeneklerin hatalı olduğu anlamına gelmez, tam aksine onların başka şartlar ile geçmiş yahut hâlâ mevcut olan dönemler için olası yorumlar olarak varlıklarını sürdürdükleri anlamına gelir. Bu, kelamın her zaman ve mekânda bir ve değişmez olduğunu ifade etmez, aksi taktirde temel prensiplerle [usûl] tali olanları [furû], din ile de fikhi birbirine karıştırmış oluruz.
141 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.