"Şiirin içine edeyim,"
demişti Rimbaud ömrünün sonunda.
"Şiir önemli değil,"
der bir dizesi Eliot'ın.
Ve Larkin: ''Neden yazamıyorsun?
Sen de benim gibi
edebiyatın ne kadar önemsiz
olduğunu mu kavradın yoksa?"
"Yazmadan yaşayamam," diyor
karıştırdığım bir dergide
gözlüklü, şişman bir budala:
"Ya şiir ya ölüm."
Marketten getirdiğim torbaları
boşaltıyorum mutfakta.
Dışarıda tanıdık boz sincap
bahçeye gömüyor fındıklarını,
daha kaç ay yaşayacağını
merak etmeden hiç;
çiçekler saksılarında duruyor,
Kuzey Denizi'ne doğru
kayıyor yavaşça bulutlar.
Her şey tam, kararlı, dingin
ve ötesinde sözcüklerimizin.
Bu çalışmanın değişik yerlerinde Joachim du Bellay, Nerval, Charles Baudelaire ve Mayakovski gibi dört önemli şair ve kuramcının genç şairlere öğütleri yer aldı. Onları bir araya toplamakta yarar var. Bunlara, Dağlarca'nın öğütlerini ve gerek şair, gerek şiir araştırmacısı olarak elli yıla yakın bir süre şiir üstüne çalıştığım için, kendi
Her an, her yerdedir şiir. Yanı başımızdadır. Yanı başınızda.
Bir romanın dipnotundadır.
Bir öykünün başlangıç cümlesinde.
Bir filmin sansüre uğramış 'gelecek programı'nda.
Bir heykelin daha yontulmamış işaret parmağında.
Bir fotoğrafın bembeyaz arabında.
Yağmurun cama vuran sesidir, özlemde buluşan bakıştaki
sessizlik.
Damarı yerin altında gizli bir damla sudur, uykusu
palamarından çözülmüş bin damla susuzluk.
Adanmış olandır, hem de adanan.
Tan atanda yanan alevdir, külü de dumanı da kendinden
menkul.
Kendi karanlığından damıtmıştır aydınlığını, ışığını.
Her bir dizesi bir ışık demeti bu aydınlığın şiirini yazmak
isterdim.
Her ayrılık belki de bir kaçıştır kendimden
Bırakıp gitmelerin durulduğu bir yer yoksa da
Düşlerimde yollar tozar, denizler köpürürken
Artık bu kent de bir ayrıntıdır olsa olsa...
Bir uçurum dolar ya kendi derinliğiyle
Bir deniz o deli mavisiyle birdenbire barışır
Ben de öyle, yetiniyorum bu yaşamla işte
Son dizesi yazılmamış o tufan şiirlerinin
Burukluğu her ne kadar kaldıysa da içimde.
Sayfa 26 - Bilgi Yayınevi - Üçüncü Basım Ekim 1997Kitabı okudu
Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. Anahtar deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim... Sanki bir kadının memelerini hiç okşamamış, sıcaklığını duymamış. ellerim... Her dizesi Çığlık olan şiirleri yaratmamış sanki. Ne beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de Kara... Cüzzamlının, ve balının bir rengi vardır. İrinin bir rengi... Ölünün bile bir rengi vardır. Ama derimin rengi yoktu. Belki çürüyen bir kentin renginde bu. Çürüyen bir dünyanın...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
Damarı yerin altında gizli bir damla sudur, uykusu palamarından çözülmüş bin damla susuzluk.
Adanmış olandır, hem de adanan.
Tan atanda yanan alevdir, külü de dumanı da kendinden menkul.
Kendi karanlığından damıtmıştır aydınlığını, ışığını. Her bir dizesi bir ışık demeti bu aydınlığın şiirini yazmak isterdim.
Gerçek büyük şairlerin her dizesi zarif hakikatlerle yüklüdür, insanın yüce ve asil yanlarına seslenir. Onların tek bir dizesini bile dünyayı o oranda yoksullaştırmadan şiirden çıkaramazsınız.
Gerçek büyük şairlerin her dizesi zarif hakikatlerle yüklüdür; insanın yüce ve asıl yanlarına seslenir. Onların tek bir dizesini bile, dünyayı o oranda yoksullaştırmadan şiirden çıkaramazsın.
"Gerçek büyük şairlerin her dizesi zarif hakikatlerle yüklüdür, insanın yüce ve asil yanlarına seslenir. Onların tek bir dizesini bile, dünyayı o oranda yoksullaştırmadan şiirden çıkaramazsınız."
Asla okunmaması gereken çok şiir vardır. Gerçek büyük şairlerin her dizesi zarif hakikatlerle yüklüdür, insanın yüce ve asil yanlarına seslenir. Onların tek bir dizesi bile, dünyayı o oranda yoksullaştırmadan şiirden çıkaramazsınız.