Olur mu derler, olur. İnsan hiç görmediğini de özler. Ben seni çok özlerim.
Elektrik tellerinde asılı hayallerimiz..
Elektrik tellerinde takılı bazı hayallerimiz. Her an yanıp kül olmaya hazır, ama daimâ bulutlara yakın.. Korku ile ümit, bir mü'minin yaşamında vazgeçilmez ikilidir. Ölçüdür anahtar kelime. Hangisinde aşırıya kaçılırsa, o olur insanın zindanı. Aldanmışlığı.. Bir yasak meyve ile başlamadı aslında her şey. Her şey Allah'ın "ol" demesiyle başladı. Bir ağaca "ol" diyen, Âdem'e de "kul" dedi. Kimi zaman kul olmayı, kimi zaman kül olmayı beceremedik. Yük edindik kendimize bu kutlu görevi. Yük elbette. Dağların kaldıramadığını biz üstlendik nihâyetinde.. Bilemiyoruz hangi sokağın kuşları ötecek biz geçerken. Kargalar nerede öğretecek bize insan olmayı. Kabil'e öğrettiği gibi.. Bilemiyoruz ama, bilmekle övünüyoruz çoğu zaman.. Oysa biz bilmezken, meleklere dahî vermediği ilmi, bize veren O'dur. Bizi önemli kılan, bizi seven O'dur. Sevmeyen, cennet ile müjdeler mi hiç?
Reklam
Afacan Dennis’in üzücü hikayasi
Henry King Ketcham 1920 doğumlu bir adam. Amerikalı. 40’ların başında Alice adında bir kadınla evlenir. 44’te bir çocuklar olur. Kısa adı Hank olan Henry King bir çizerdir. Çok yetenekli bir çizgi romancı. Ama iki büyük sorunu vardır: uyuşturucu bağımlısı karısı ve hiperaktif çocuğu. Bir gün aile Hank’in atölyesindedir. Bir saniye bile sabit
Al-i İmran Sûresi
65. Ey Ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin çeki­şirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan son­ra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz? 66. İşte siz böyle kimselersiniz. Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız, fakat bilgi sa­hibi olmadığınız konu da niçin tartışıyorsunuz. Oysa ki Allah, her şeyi bilir; siz
"Böyle telaşlı, böyle ikircikli gelir onun adamları. Bunların gelişleri altlarındaki atların yürüyüşlerinden belli olur. Üstündeki adam korkuyor mu, atın ayakları biribirine dolaşır, yiğit mi, at da uçarcasına, tüy gibi hafif, yiğitçesine yürür. İkircikli mi, kederli mi, sevinçli, düşünceli mi, dalgın mı, atın yürüyüşünden, halinden tavrından belli olur. Utanıyor mu, at utangaç utangaç yürür. Bu gelen atın üstündeki adam utancından yerin dibine geçiyor. Hiç de gelmek istemiyor ama ne yapsın fıkara. Bak, atlı çok uzakta, kim olduğu, nereye gittiği belli değil, koca yoldan bin kişi geçer. Yaklaşsın, göreceksin ki bu gelen Kabakçının elçisidir. Şaşmaz at yürüyüşü. Şaşmaz. Üstündekinin içini apaçık ortaya koyar. Az bekle. Bu gelen adamlara da öyle bir acıyorum ki... Her gelen de üstelik çamsakızı gibi yapışmaya geliyor. Bu adamda hiç mi onur yok? Şaşıyorum, insan nasıl nasıl bu kadar onurdan yoksun olabilir? Sahiden şaşıyorum, ve anlamıyorum. Ama ben ona yapacağımı biliyorum. Onu daha, daha aşağı, çirkefin içine iteceğim ve öğreneceğim ki insan onursuzluğu nereye kadardır, insanoğlu nereye kadar alçalabiliyor? Her şeyin sınırı olmadığı gibi, alçalmanın da bir sınırı yoktur herhalde. Ama bu sonsuzluğu gözlerimle görmek istiyorum. Elime bir tecrübe hayvanı düşmüş ki, yakasını bırakmayacağım. Ve onu mümkün mertebe uzun müddet bu kapıya köpek edeceğim ve bu kapıda onu köpekler gibi havlatacağım. Bin kere, milyon kere bu kapının eşiğine yüz sürdüreceğim ona. Bankalar dolusu parası olsun isterse, şu Çukurova onun olsun isterse, ne fayda... Ona Akçasazdan bir dönüm bile verdirmeyeceğim."
Sayfa 69
Savaş Sanatı
"Hesabı fazla çıkan kazanır, hesabı eksik çıkan kaybeder, hiç hesapsız iş olur mu?"
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.