Hikâye kasabada bir cenaze ile başlar. Bu cenaze albay ve kasaba halkı için önemli bir olaydır. Albay cenazenin önemini şu sözlerle açıklıyor: “Yıllardır gördüğümüz tüm ölümler içinde bu ilk doğal ölümdür.” Hatta bu doğal olmayan ölümler arasında horoz dövüşü ilanı dağıtırken vurularak öldürülen albayın oğlu da var. Ülkenin durumu, Marquez’in gerçeğe ulaşma aracı olan görüntülerle temsil edilmektedir. Albayın bağırsaklarındaki huzursuzluğa, yoksulluk ve çaresizliğin acısı eşlik ediyor; ülkenin boğucu baskıcı atmosferi kadının astımı tarafından tasavvur edilir.Uzun öykü olan bu eser okuması keyifli ancak sizi içine aldığı dünyanın buruk tadını iliklerinize kadar size hissettirecek kadar vurucu bir eser. Şimdiden keyifli okumalar.
Elimdeki tek argo sözlüğünde1 (Eric Partridge'in derlediği İngiliz argosu) sepetle ilgili pek çok madde var:
1) XVIII. yüzyılda, borçlarını ödemek istemeyen ya da ödeme olanağı olmayan kişilere kokpit'te2, "Sepete! " diye bağırılırdı.
1. 1. madde dışındakiler Türkçe argo dağarcığından aktarıldı. (Ç.N.)
2. Sözcüğün özgün anlamı, horoz dövüşü yapılan çukur (cock: horoz, pit: çukur). 1587 civarında kullanılmaya başlayan terimi 1599'da Shakespeare, tiyatro ve özellikle sahne çevresindeki alanı tanımlamak için kullanmış. Sonradan uçaklardaki ilk pilot kabinleri bu çukurlara benzediği için onlara da kokpit adı verilmiş. Burada söz:ü edilen kokpit, ilk horoz dövüşlerinin yapıldığı, toprağa oyulmuş çukurları tanımlıyor. (Ç.N.)
Kitabın ilk sayfasından son sayfasına kadar yediğimiz tokatlar, tekmeler bizlere iyi edebiyatın insana sadece iyi gelmediğini, ayrıca insanı çok sağlam yumruklarla nakavt edebileceğini de gösteriyor.
İlk kez İrfan Yalçın okudum. Sinan Çetin 'in 14 numara adıyla kitabı filme çektiğini biliyorum, filmi hatırladım, ancak kitap bambaşkaydı, bambaşka. Buradaki metin kesinlikle çok iyi bileylenmiş bir bıçak gibi etimizi kese kese finale dek gidiyor. Kitaptaki dilin ve şiddetin aradan neredeyse 50 sene geçmesine rağmen eskimemiş olması, kitabın edebi kıymetinin bir kanıtı. Dildeki gürültü, uğultu kesinlikle solmamış, azalmamış. Kitap bitene dek tırnaklar duvarları kanata kanata iz bırakıyor. Para kazanmak için sahibiyle güreşen ayı, finaldeki kedi, dövüşü kazanamadığı için üstüne basılarak öldürülen horoz ve diğerleri, aynen dünyaya alışamayan ve insanı tanıyamayan, çünkü bunu yapacak gücü bulunmayan Yaprak gibi defalarca yok ediliyorlar...masumlar karşısında herkes güçlü, herkes kötü. İrfan Yalçın birbirine kenetlenmiş rezil kötülükler anlatıyor. Bunu da yumruk gibi bir his veren, uğultu dolu bir metinle yapıyor hem de. Final kısmı gerçekten çok iyiydi.
İrfan Yalçın'ı okumaya devam...
Tarihselcilik kitabından sonra okuduğum ikinci tarihselcilik aleyhinde yazılmış kitap oldu. Tahsin Görgünden ziyade Şevket Kotan asıl konuşulması gereken meselelere biraz daha eğilmiş gibiydi. Gibiydi diyorum çünkü bu kitapta bildiğim şeylerin tekrarından pek öteye gitmedi. Alıntılar ile değerlendirecek olursam;
Sayın Kotan, Tahsin
Boynu bükük öldüler Yılmaz Güney'in ilk romanı. Yılmaz Güney bu kitabı cezaevinde 16 aylık bir zaman diliminde kaleme almış. Bu Romanla 1972 Orhan Kemal roman ödülü kazanmış. Kitapta Yılmaz Güney ve Fethi Naci'ye ait önsöz var.
Öldürülen bir baba ölen anne ve ortada kalan Halil Doğu'nun kan davaları gerçeği...
Adana'ya gelen
Bu kitap... ELİNİN KÖRÜ diye aslında ana karakteri Albay'a saydıracak bir öykü!
Büyülü gerçeklik adına öncülük edip, bu alanda zirvede bulunan usta yazardan muhteşem delirmelik bir öyküydü. Delirmelik çünkü ana karaktere sabretmek büyük meziyet istiyor. Kitabı okurken kendimi asla Albay'ın yerine koyamadım, aksine ona tahammül etmek için üstün çaba gösteren eşinin yerindeydim hep. Yıllarca ülkesine fedakarlıkları ile başarılar kazandırmış bir albayın geçim derdini okuyoruz özünde. Ancak mevzu genel çerçevede geçim, içinde ise erken yaşta siyasi meseleler ve horoz dövüşü sebebiyle öldürülmüş bir oğul, satılamayan eşyalar, herkesin peşinde olduğı bir horoz var. Ayrıca açlık, fakirlik, gamsızlık, boş umutlar, yerine gelmeyecek sözler...
Albaya sinir olurken, durumları için sürekli çözüm üretmek de okura düşen bir başka iş. Anlatım tarzı diğer okuduğum kitaplarına göre daha net, açık ve sadeydi. Akıcı ve güzel bir öykü..
Roman; Anayurt Oteli, Zebercet, Gecikmeli Ankara Treni ile Gelen Kadın, Ortalıkçı Kadın, Emekli Subay Olduğunu İddia Eden Adam, Erkek Kara Kedi ve İki Havlu hakkında etraflıca bir bilgi verilerek, bir pazartesi günüyle başlar…
Bir gününün diğerinden farksız olduğu, monoton bir hayat yaşayan Zebercet; babasından kalma bir otelde kâtiplik
Horoz dövüşü hiçbir zaman hoşuma gitmemişti ama o pazar günü iyice tiksindim. Bu hayvanlara ne oluyor da böyle birbirlerini öldürüyorlar diye düşündüm durdum
Gerçekten düşünen insan, karşıtının tutarlı argümanlar öne sürerek haklı çıkmasından zevk duyar. Çünkü bir insan her şeyi bilemez, bilmediğini bilmek de bir erdemdir, amaç horoz dövüşü değil, bir metot içinde belli noktalara varmaktır.