İlk defa olarak acı çeken ve kendi iniltilerinin sesini duyan bir insanın
gözlerini görüyordum.
Geçmişte o hastaları nasıl muayene edebilmiştim?
Hocalarım beni hasta bir insanın bir karaciğerden, dalaktan ya da sindirim ve boşaltım sisteminden ibaret bir şey olduğuna nasıl inandırmışlardı? İnsanların gözlerine, o gözlerin ta içine ışık tutarak bakabilmemi, tazeliklerine ve masumluklarına aldırmadan gözkapaklarını
parmaklarımla kaldırabilmemi nasıl sağlamışlardı? İnsanların boğazlarına, acı dolu feryatlarını işitmeden bakmaya nasıl ikna etmişlerdi beni?
Bir an içim titredi. Hayatımda ilk defa olarak bir hastayı, farklı parçaların gevşek bir toplamı olarak değil, tam bir insan olarak görüyordum. Yaşlı adamın hasta gözlerinin perişanlığı içime işliyor ve feryatları kulaklarım ile kalbim arasındaki uçurumu kapatıyordu.
Yalnızlık derinleşiyor. Sezgilerin de sardunyaların kokusuyla, dolunayla ve olgunlaşan acıyla derinleştiğini hissediyorum. Acı içime işliyor, jilet gibi keskin, kopkoyu bir kan dolaşıyor damarlarımda.
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hattâ çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allahın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.