Açıkcası bu şey ne bilemiyorum.Hedefiniz biraz bulanık. Siz ne bir politik parti ne de bir derneksiniz. Birbirinize olan sorumluluklarını dışında sizi bağlayan bir şey yok. Ama sistemi eleştiriyor, beğenmediğiniz kamu personelinin ipliğini pazara çıkarıyorsunuz. Bir şeyleri etkilemek ve değiştirmek istiyorsunuz. Sinik ve nihilistlermiş gibi görünseniz de, bu dergiyi yalnızca ahlakınıza dayanarak yönetiyorsunuz, birkaç fırsatta çok özel bir ahlak anlayışınızın olduğunu gördüm. Nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum ama MİLLENNİUM'un bir ruhu var. Kısaca katılmaktan gurur duyduğum tek yönetim toplantısı burası.
Sayfa 117
"Adam asmaca oynar mısın?" diye soruyor Theophile. Eğer iletişim sistemim repliklerimi çivilemiş olmasaydı, ona felçliyi oynamanın beni yeterince meşgul ettiğini söylerdim. Sözcükleri bir araya getirmek için dakikalar harcayınca en ince esprili bile anlamını yitiriyor. Sonunda da kelime kelime ifade etmeden önce neyin bu kadar eğlenceli göründüğünü kendin bile çok iyi anlamıyorsun. Kural, zamansız çıkıntılardan sakınmak. Bu da konuşmayı detaylardan, top oynar gibi karşılıklı laf atışmalardan mahrum bırakıyor. Bu zoraki espri yoksunluğunu, içinde bulunduğum şartların önemli zorluklarından biri olarak görüyorum. Yedinci sınıfların ulusal sporu adam asmacaya gelince... Bir kelimeyi, bir diğerini buluyorum. Derken üçüncüde tıkanıyorum. Aslında aklım oyunda değil. İçimi bir hüzün kapladı. Oğlum Theophile yanımda uslu uslu oturuyor, suratı sırtımdan 25 santim uzakta. Babası olan benim ise, ellerimi onun kalın telli saçlarının arasında gezdirmeye, ince tüylü ensesini avucumun içine almaya, yumuşak ve ılık küçük vücudunu kucaklamaya bile hakkım yok. Nasıl demeli? İçinde bulunduğum durum korkunç, iğrenç, adaletsiz. Birden artık daha fazla dayanamayacağımı hissediyorum. Yaşlar gözlerime doluyor.Korkma, küçük adam seni seviyorum. Hala oyunun etkisinde olan oğlum kelimeyi tamamlıyor. İki harf daha: o kazanıyor, ben kaybediyorum. Defterin bir köşesin darağacını, ipi ve ucundaki adamı çiziyor.
Reklam
Nokta varlığın özeti. Noktasını bulamamış ya da yitirmiş her harf ol sebepten kusurlu. Ama eski alfabede sıfırı ifade eden şekilde bir noktadır. O zaman varlık yokluk olur, yokluk varlık. Hamid bu yüzden ihtişamlı bir bilmezden gelişle sorar: Bu sıfır nedir hesâb içinde? Tecahül-i arifane, çünkü bütün varlık ancak ona doğru değiştiği bir sıfırla mana kazanır. İlimle kavgalı Fuzulî aşka da ilme de son noktayı koyar o noktada; Leyla, sûret-i aşk-ı Mevla’dır. Fazla söze hiç gerek yok aslında. Noktanın içinde bütün mümkünler saklı. Mümkün nokta gayr-i mümkün nokta. Sır nokta esrar nokta. Bâb nokta evbâb nokta. Bilinenden bir eser yok. Bilinmeyen nokta nokta. Bir parantez vakt-i ömrüm. Ölüm nokta doğum nokta. İsmimden sual edilse, bilin beni üç nokta. Bir aynada seyrettim âlemin cümlesini. Aynam nokta sırrım nokta. Umduğum kadar büyük değilmiş, dünya nokta ben nokta. Öyle uzaklaşmışım ki menzilden, sıla nokta gurbet nokta. Döndüm baktım aldığım yol, nokta üstünde nokta. Gelen geçti, giden gitti. Sağım nokta solum nokta. Menzil-i maksûda varmış erenler. Söyleyen yok susan nokta…
Kendi başlangıçlarımızı öğrenmemizin gereği yok. Torunlarımızın da bizim kendi yaşamımızı bilmelerine gerek yok. Bu dünyada herkes kendine ayrılmış zamanı tüketiyor, sonra da gidip mezarında uyuyor. Onlar için bir şey ifade etmeyeceğimize göre, bizden sonra gelenler için kafa patlatmamızın ne gereği var? İyi ama her şey unutulmaya yazgılıysa, neden bir şeyler kurmaya çabalıyoruz ve atalarımız neden bir şeyler kurdu? Neden yazıyoruz ve atalarımız neden yazdı? Evet, durum böyleyse neden ağaç dikelim ve neden çoluk çocuğa karışalım? Bir dava için savaşmak neye yarar, ilerlemeden, gelişmeden, insanlıktan, gelecekten söz etmek neye yarar? İçinde yaşanan ana gereğinden çok ayrıcalık tanımakla, bir ölüler okyanusunun bizi kuşatmasına göz yummuş oluruz. Bunun tersine, geçip gitmiş zamanı yeniden canlandırırsak, yaşam alanımızı genişletmiş oluruz.
Tutku nedir? Kişinin var oluşudur, şüphesiz... Tutkuda, beden ve ruh ifade arayışındadır.. O tutku ne kadar yoğun hissedilirse ve ne kadar dışa vurulursa, yokluğunda yaşam da o kadar katlanılmaz bir hal alır. Bu bize tutkuyu yitirdiğimiz ya da görmezden geldiğimiz taktirde kısmen öleceğimizi ve kısa süre sonra, ne olursa olsun, büsbütün yok olacağımızı hatırlatır.
Sayfa 1 - John Boorman-Yönetmez
Leonardo Da Vinci den İsa'nın Son Gecesi tablosunu yapmasını isterler. O da kabul eder.Büyük bir zevkle tablonun yapımına başlar, Yahuda'yla İsa'yı temsil edecek insanlar arar. Havarileri çizer fakat Yahuda ile İsa çizmek zordur. Hz. İsa için çok güzel bir insanı, Yahuda için de çok çirkin bir insanı arar. Bir süre sonra bir kilise korosunda ruhani, güzel bir yüz bulur ve Hz. İsa olarak resmeder. Fakat güzelin çirkini bulması zor ya, Yahuda'yı arar ama bu çok zordur. Bulamaz ve aradan beş yıl geçer. Nihayet kardinallerden tepki alır. Artık eserin bitirilmesini istemektedirler. O gece sarhoş, yüzü takallus etmiş, çirkinleşmiş bir adam bulur. "Tamam" der. "İşte şeytanı, kötüyü en yakın ifade eden yüz bu" ve adam ayılmadan Yahuda'yı çizer. Fakat resim bitmek üzereyken adam ayılır ve "Bu resmi tanıyorum" der. Leonardo Da Vinci çok şaşkın: 'Nasıl tanıyorsun? Şimdiye kadar bu resmi kimse görmedi ki' der. 'Herhalde konuyu biliyorsun onun için de tanıdığını zannediyorsun' der. 'Yok yok tanıyorum' der adam. 'Biliyor musun beş sene önce beni kilise korosunda bulup İsa diye çizmiştin' O zaman bakıyoruz ki aslında güzel ve çirkin aynıdır. Celal ve Cemal Allah'ın çeşitli aynalardan görünümüdür. Belki de iyi ve kötü yok, güzel ve çirkin yok. Bunlar derece veya doz farkıdır. Hani lunaparkta aynaların önüne gider dururuz. Kimisi bizi şişman, kimisi ters yüz, kimisi incecik gösterir. Aslında ortadaki kişi hep aynı kişidir ama akisler aynanın yapısına göre farklılık gösterir. İşte dünya tamamen bunun gibidir. Hakk'ın çeşitli aynalardan tecellisi gibi...
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.