○Modernizmin inşa ettiği hayat ve insan tipinin ciddi, şizofrenik ve patolojik sorunları vardır. Modern Dünya'da; sabah kahvaltısını Paris’te yapan, beş çayını Londra’da içen, kravatı İtalyan kumaştan, ceketi ise Hint kumaşından olan, bir kanalda Talk Show’da kahkahalar atan kanal değiştirdiğinde Afganistan ve Iraktaki olaylara sadece yapmacık bir “duygu ötesi” yaklaşımda bulunan, TV’de açlıktan ölen insanlar için içi burkulan, köpekleri için milyonlarca dolarlık mamalar almaktan geri durmayan, an’ı yaşayan, kopuşlar yaşayan, kendisine parçalı hayat tarzı inşa eden, kendine imaj ve kimlik satın alan muğlâk bir çağın eşiğinde ve insanlığın kucağında yaşıyoruz.
Sadettin Ökten ile ilk olarak Podcast’lerdeki sohbetleriyle tanıştım. Kendisinin naif anlatımı kitabında da hissediliyor. Ve bu kitabında Sadettin Ökten’in değerli alimlerden Celalettin Ökten’in oğlu olduğunu öğrendim. Bu beni kendisine daha da samimi hissettirdi. Burada görüyorum ki bazen babadan oğla mal değil ilimde miras kalır.
Kitaba gelecek olursak Sadettin Ökten bu kitabında medeniyet şehirinin nasıl kurulduğundan bahsediyor. İnsanın “Ben nereden geldim?” sorusuyla başlayan serüveni bir şehrin nasıl inşa edildiğine kadar devam etmektedir. Şehirlerin insan, insanların da şehirler üzerindeki etkileri ile birlikte bir şehri inşa edenin insan olduğunu görüyoruz.
Açıkçası kitabın ilk başlarında verim sağlayamamıştım ama her bir cümlenin derinliğine indiğimin de aslında yüzeysel olarak bildiğim ama bu bilgilere daha önceden bu kadar detaylı bakmadığımı gördüm. Mesela şu cümleyi alıntılamak istiyorum:
“Kimlik duygularla kazanılır.
Birinci adım görmek, ikinci adım okumak, okuduğunu gördükleriyle karşılaştırarak tecrübe edilmiş bilgi sahibi olmak, sonra fikir üretmek, sonra duygulanmak... Böylece kimlik oluşuyor.”
“Oysa yüzyılımız, bizim çok müthiş bir gerçeği anlamamızı sağladı: insan, dünyayı değiştirebilecek çapta bir yaratık değil, hiçbir zaman da olamayacak. Devrimci olarak benim deneyimlerimden çıkardığım temel sonuç bu. Bu sonucu zaten, yüksek sesle söylemese de herkes kabul etmiş durumda. Ama bir başka sonuç var ki, daha da uzağa gidiyor. Dinsel sonuç; şöyle diyor: insanın, Tanrı’nın yarattığını değiştirmeye hakkı yoktur. Bu yasağa sonuna kadar uymak gerekir.”
"Tanıdığın her şehri oranın mukimi gibi anlamaya ve kendi şehrin gibi benimsemeye çalış.
Bu senin millî ve evrensel kimlik bilincini güçlendirecektir."
Neden sevgi dolu bir toplum istenmez?
Çünkü sevgi dolu, barış içinde yaşayan bir topluma, silah satamazsın, kışkırtamazsın, yönetemezsin, savaş çıkartamazsın.
Üstelik sevgi dolu kimlik güçlüdür, onu kızdıramazsın, karıştıramazsın.
Oysa öfke dolu, fanatik düşüncelerle korku saldığın bir topluma her şeyi yaptırırsın.
Öfke dolu kızgın kimlikler güçsüzdür!
Nasıl olsa dijital kimliğinde olacak, olmak zorunda. O zaman kontrolü ele al ve sen nasıl bir insansan ve nasıl olmaya, ne olmaya doğru ilerliyorsan onu yansıtacak dijitleri kendin üret, yay.
başkalarının okuma listeleri ile var olmak mücadelesinde bulunmak.
insan kendi damak tadını kendisi bulur, etrafındakilerinin sevdikleri tadlarla geliştiremez bunu. koşul her şey değildir. birey bireydir. okumak da böyle, takip edilen on kişinin okuduklarının ortalaması ile kimlik konulamaz ortaya. yorum getirebilme becerisi olmalı, bunun yanında eleme, süzme becerileri. sosyolojik çıkarımlarda bulunulmalı. kitap şu söylemi ile zihimde beni şu noktaya taşıdı diyebilmeli. Türler arası eserlerle bağlantı oluşturmalı. Annemarie schimmel den derridaya olan köprüden geçerken bunun bilincinde olmalı. katmanları duyumsamalı.
kitap kitaba götürmeli klişesine değil
kitap seni sen olmayandan sana götürmeli. doğa üstücü, evrensel, dinamik bir algı olmalı.