Mukaddesat adına her şey, yeryüzünü Allah adına idare etmek gibi büyük bir vazifeye muhatab olan insana emanet edilmiştir. Ne var ki dünyevîleşmenin iktidar cephesinde yer alan Firavun, kendini her şeyin sahibi görerek bu emanete ihanet etti; iktidarını, ilahi emaneti ifsad etme vasıtası olarak kullandı. Saltanata aldandı, "Mısır benim!" dedi. Allaha şükretme makamında O'na nankörlük yaptı, "Büyüklendi" ilahlık iddiasında bulundu.
Firavun güçlendikçe azdı, azdıkça insanlara zulmetti. Siyasi ve askeri gücü ona kulluğu unutturdu. Allah'la mücadeleye kalkıştı. Acziyetinden bihaber, yerlerin ve göklerin Rabbine meydan okudu. Dev heykeller yaptı, böylece kendini hiç görmeyen halka şahsını, baş edilemez ve baş kaldırılamaz bir adam olarak tanıttı. Yaptığı piramitlerle iktidarının sınırsız olduğunu îmâ etti. Fakat ne piramit ne dev heykeller ölüm meleğine "dur" diye bildi. En güçlü olduğunu zannettiği, Hz. Musa'yı yakalayıp yeryüzünde bir tane muvahhid bırakmayacağını düşündüğü anda Peygamber asası, sihirbazlarının sihrini yuttu, denizi yardı ve Firavun'un iktidarını bitirdi. Allah'a meydan okuduğunu zanneden Firavun, kendisine takdir edilen eğlence müddeti bitince boğulup yok oldu.
Dünyevileşme cephesinin Firavunlarının bidayetleri ne kadar canlı, saltanatları ne kadar şaşalı olsa da sonları hep hezimettir. İlahi takdir değişmeyecek, hezimet bu çağın Firavunlarının da kaderi olacaktır.