O yapayalnız biridir.
Sadeliğe ve iyiliğe bezenmiş,
Doğanın kucağına oturmuş.
İlhamını resmetmekte.
Gecenin sessizliğine kalmış.
Ruhun inmesini beklemektedir.
O bir nakışçıdır, yüreğinin tohumlarını,
Şefkat bozkırlarına nakşeden ve insanlık onun bu ektiklerini,
Toplar, kendini geliştirmek için.
İşte bu o ozandır, yaşamında toplumun aldırış bile
Biz bir keten dokuma üzerine resimlendirilmiş bir savaş alanının savaşçısı gibiyiz. Bu nedenle, bizim tüm sanat bilgimiz bir sanıdır çünkü biz bilen bir varlık olarak sanat komedyasının biricik yaratıcısı ve gözlemcisi durumunda, sonsuz üstün usu ortaya koyan bu varlıkla bir olamadığımız gibi özdeş de değiliz. Sanatçıya özgü yaratıclığın eylemi içinde üstün us evrenin bu özgün sanatçısıyla karışıp kaynaşmıştır, sanatın sonsuz varlığı konusunda yalnız üstün usun bilgisi bulunmaktadır, çünkü ancak o böyle bir durumdadır. Bu durum, şaşılası nitelikte korkunç bir masal görüntüsüne benzer. Bu masal, gözlerini çevirir, kendi kendine bakar. İşte üstün us, ancak, burada bir öznedir, konudur, ozandır, oyuncu ve oyunu gözlemleyendir.
Gökanlam
I.
Hani nerde o yalancı kadınlar
Söyleşen kapı önlerinde – kalın erik kokusu
Bembeyaz örtülerde çürümüş karanlıklar
Sızıp da köşelerden ve yağmur sularından
Dökülen taşlıklara esmer, selçukî
Dionysos adına düzenlenen bayramlara katılan topluluk bu tür tinsel davranışlar
ve bilgilerin etkisi altında kıvanç duyar: onların gücü, kendilerini gözleri önünde,
değiştirir, onlar kendilerini doğanın yeniden ortaya konmuş üstün usları, satyrler
olarak görürler. Tragedya korosunun daha sonraki kuruluşu doğal olayın sanata özgü,
bir