Kenan, onun yeşil gözlerinin iki iri yaş damlasıyla bulandığını gördu, rüyasında ağlayan çocuklar gibi sönük bir sesle: "Yapmayın Kenan Bey... yazık bana!" dediğini işitti. Buna rağmen onu daha kuvvetle kollarında sıktı, tekrar tekrar dudaklarından öptü.
Aynı yoldan Kırkçamlar'a dönerken Lâmia, yavaş yavaş ağlıyordu. Kenan, tamamiyle eski sükûn ve itidalini bulmuştu. Onu teselli etmeğe çalışıyordu:
-Bunda ağlayacak bir şey yok Lâmia... diyordu, bir öpücükten ne çıkar? Sen küçük bir çocuksun... Çocuklar öpülmez mi? Aklına fena bir şey gelirse ayıp olur. Bana darılmadın ya!...
0, hâlâ ağlayarak:
- Hayır, efendim, diyordu.
-O halde ağlama Lâmia... Bak, hâlâ ağlıyorsun...
-Artık ağlamıyorum efendim...