Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
‘’ İstanbul vefasız bir sevgiliye benzer. ‘’ Bu sözün altında derin bir acı olduğunu hissettim. Ama herhangi bir şey söylemedim. Çünkü etrafını seyrederken,sanki benimle değil de kendi kendine konuşur gibi söylemişti.Kısa bir sessizlikten sonra sözüne devam etti : ‘ Sana hep ihanet eder ama sen yine de onu sevmeye devam edersin. ‘’
GÜNAHA ÇAĞRI  Günah ne kadar çekici yarabbi ...Ve suç elbette.  Hiç bir günaha ve suça bulaşmamış masumlar içinse  hayat ne kadar rahat ve ne kadar sıkıcı.  Kim günahı tanımayan bir masuma aşık olmak ister?  İnsanları günaha çağıran bir mabet kurmak isterdim,  her saat başı çanları çalıp "Günah işleyin çocuklarım,  günah işleyin
Reklam
Kriton - Ayrıca bana öyle geliyor ki Sokrates, sen doğru davranmıyorsun: kurtulman mümkünken, kendi kendine ihanet ediyorsun ve düşmanlarının senin başına getirmek için uğraşacakları, hatta seni yok etmek için uğraşmış oldukları şeyleri başına bir an önce getirmek için uğraşıyorsun. Bütün bunların üstüne, bence çocuklarına da ihanet ediyorsun; çünkü onları yetiştirip eğitmek elindeyken bırakıp gidiyorsun; senin yüzünden kim bilir başlarına neler gelecek? Onların da başına, kuşkusuz yetimlerin başlarına gelenler gelecek. Bu bakımdan ya çocuk sahibi olmamalı ya da yetişmeleri ve eğitimleriyle sonuna kadar uğraşmalı. Sense en kolay yolu seçiyorsun bence. Oysa erdemli ve yürekli bir insanın tutacağı yolu seçmek gerekir; hele bütün hayatı boyunca erdemle uğraştığını ileri süren bir insan olarak; şahsen ben, hem senin adına hem de dostların olan bizler adına utanıyorum; herkes sanacak ki, seninle ilgili bütün bu olaylar hep bizim korkaklığımız yüzünden oldu; düşmemesi mümkünken işin mahkemeye düşmesinin, duruşmaların aldığı şeklin ve işin gülünç yanı böylesine bir sonuca varılmasının bizim korkarak geri çekilmemizden ileri geldiğini düşünecekler; şu kadarcık bir yardımımızla bile olabilecekken bizim seni, senin de kendini kurtarmadığını söyleyecekler. Sonuç olarak bunlar hoş şeyler değil Sokrates; ve dikkat et, senin ve bizim için utanç verici de olmasın. Neyse şimdi karar ver, daha fazla düşünmeye zaman yok; şimdiye kadar düşünmüş olmalıydın: yapacak da tek şey var. Çünkü bu gece her şey olup bitmeli.Daha oyalanacak olursak, iş işten geçer. Ne olursa olsun beni dinle, ne diyorsam onu yap.
“Kendini herkesten daha akıllı gören, hayatın sana verdiği şansı üstünlük zanneden, senden daha azıyla yetinmek zorunda olanların gözüne gözüne fazlalıklarını sokan sen! Zavallı sen… Kendini koyduğun o en yüksekteki yerle, tepesine çıkıp ezdiğin o en alttaki arasında asla kopmayacak bir bağ olduğunu bilmeyecek kadar cahil, hep kendine isteyecek kadar da arsızsın. Bu kadar öğrenmişliğinin, sözde eğitilmişliğinin, bilmişliğinin yanında hiçbir şey yapmayarak, kendi türüne zırnık kadar katkıda bulunmayarak nasıl da ihanet seversin! BİR’in parçası olduğunu unutmuş, kaybolmuşsun! Ama artık ruhunu saran o kirlenmişlikle yüzleşmenin zamanı geldi, ya yüzleşeceksin ya da hayat seni asla affetmeyecek! Varlığın lanetlenecek!”
Özerklik, bir insanın kendi duyguları ve gereksinimleriyle tam anlamıyla uyum içinde olduğu denge durumudur. Genelde özerklik denince, aklımıza kendi önemimiz ve bağımsızlığımız gelir. Bu, özellikle bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde iktidar ideolojisine uygun bir kendilik için geçerlidir. Özerk olarak tasvir ettiklerimiz, bu yüzden çoğunlukla soyutlaşma üzerine kurulmuş bir kendilik fikrine hizmet etmektedir. Böyle bir kendilik'ten yayılabilecek başkaldırma bile sadece ebeveynlerin, okulun ve toplumun zihnimize sıkıştırdığı kısıtlayıcı, bozucu ve bencil özellikler kategorisini yansıtır. Bu durumda özerklik olarak tasvir edilen şey, kendine ve başkalarına sürekli güçlü ve üstün olduğunu kanıtlama özgürlüğüdür. Bu kanıtların var olan normların yanında veya karşısında olması fark etmez. Önemli olan sürekli geçerli olan bir kanıtlama zorunluluğudur; bu durum, sürekli bir savaşımı gerektirdiğinden, hayatı kucaklama yeteneğinden bizi uzaklaştırır. Bunun tersi ve benim kastettiğim türdeki özerklik ise bizi hayatı sevmeye, sevince, ıstıraba, kedere, yani kısaca yaşamaya götürür.
Sayfa 15
... çocuğun bilinci çaresizlik altında ezilecek ve bu onu başarısız biri haline getirecek veya teslimiyet duygusu bastırılarak gelişen benlik tarafından bölünecektir. Başvurduğu bu çözüm arayışı çocuğu, çaresizliği yaşadığı durumu hatırlatan her şeyi (örneğin empati tecrübe etmesi ve buna bağlı insancıllık) yadsımak zorunda bırakacaktır. Oluşmakta olan benliğinin büyük parçaları bilincinden ayrılır. Bu ayrılmayı sürdürebilmek için ise çaresizliği bir reddetme ve nefret nesnesi haline getirmek zorundadır ve bizi tehdit eden çaresizliğin kendisidir, ona neden olan durum değil. Böylece kendi çaresizliğimizi ortaya çıkarabilecek her şeyden intikam alırız. Bu yüzden başkalarının çaresizliğini hor görürüz. Bu hor görmenin altında kendi korkumuz yatar; kendimizi aşağılanmış hissederek, bunu telafi ettiğini düşündüğümüz gücün ve güç ideolojisinin gerekliliğini artırırız. Bu yüzden ezilenler, başkalarını ezebilmek için kendilerini ezenlerin tarafına geçer: insanın insanlığını kaybettiği sonsuz bir süreç. Böylece, bizi kendi özerkliğimize götürecek her adımdan nefret ederiz. Bitmek bilmeyen başarı ve verimliliğe duyulan şiddetli arzu özerkliğin yerini alır. Ama özerklik eğilimini reddetmemizin nedeni, bize yalnızca boyunduruk altında olduğumuzu hatırlatma ihtimali değildir. Gerçek özerklik, çaresizlikten kaçmak için ayak uydurduğumuz güç oyunlarının maskesini düşürmektedir aslında.
Sayfa 25
Reklam
Köylüler, İşçiler ve İmalatçılar ... Snelman, bütün köylülerin, işçilerin, imalatçıların ve bütün halk kesimlerinin her yönden aydınlanmasını, öğrenim ve eğitimini hayatının en önemli görevi saymış; bir zamanlar Pierre d’Amiyen’ in Haçlı Seferleri’ni kışkırttığı gibi, o da Finlandiya’da eğitim seferberliğinin öncüsü olmuştur. Snelman
İnsan kendi benliğini -duygularını ve onlara karşı sorumluluğunu- ne kadar kaybederse, o kadar kinci olur ve bunun farkına bile varmaz. Bu saldırganlık kendi özerkliğimizi kısıtlamamızın bir sonucudur.
Sayfa 61
Nedenler aramaya başlarız, ama sadece kurbanlarda, kendi gerçeğimizde değil; tıpkı bizim de farkına varmadan bir kurban olmamız gibi. Karşımızdaki insanda zayıflık olarak algıladığımız şeyden intikam alırız, çünkü bu zayıflık kendi içimizde hor görmek ve nefret etmek zorunda olduğumuz yanımızdır!
Sayfa 67
Hep başka yerlerde kurbanlar ararız, öfkenin gerçek kaynağını değil, çünkü kendi öfkemizin farkına varmayız. ... Başka birini yok edebilmek ve işkence edebilmek, bize kendimizi yenilmez hissettirir. Ama ayaklarımızla ezdiğimizin kendi çaresizliğimiz olduğunu anlayamayız.
Sayfa 68
Reklam
Erkekler bir ikilem içindedir. Kendilerini onaylatmak için son derece ihtiyaç duydukları bir unsur olan kadından korkmaktadırlar. Eşsiz olduğumuzu kanıtlamak ve diğer erkeklere üstünlüğümüzü göstermek için bir kadına sahip olma hayaline ihtiyaç duyarız. Buna rağmen, onları nasıl kötüye kullandığımızı saklamak ve kendi aramızdaki rekabetin kazananı olmak için kadını gizliden gizliye hor görürüz. Bu hor görme, çoğu zaman erkeklerin birbirleriyle ilişkilerinin temelini oluşturur. Hepimiz kadını bizden aşağı görürüz. Ama yine de, şartlar ne olursa olsun kadın tarafından kabul edilmek isteriz, hem de kusursuz kahramanlar olarak. Bu şartlar altında gerçek içtenlik var olabilir mi? İçtenliğin temeli eşitliktir.
Sayfa 85
Eşitliğin en "erkeksi" erkek kadar hırs ve güç peşinde koşma özgürlüğü olduğunu zanneden kadınları gördüğümde, kendi yöntemleriyle sağlıklı kalabilmiş kadınların hemcinsleri tarafından tehdit edildiğini düşünüyor ve endişe ediyorum. Çünkü karşı koymaları gereken sadece erkekler değildir, tehlike listesine bir de özgürlüğün erkeksi zihniyetini kabul etmiş kadınlar da eklenmiştir. Korkuyu görmezden gelebilmek için gücün peşinden koşma "özgürlüğü", onları kadın cinsini aşağı gören erkeklerle bir ittifak içine sokmaktadır. Çaresizlikten kaçan bir kendilik, içinde olup bitenleri çok az anlayabilir, kendi korkuları ve güvensizliğiyle ne yapacağını bilemez ve bu duyguları, aşağılama ve incinmezlik peşinde koşarak reddeder. Bu, tabii ki her iki cins için de boş bir çabadır, çünkü çaresizlik, bu kadar korkulan bir şey olduğu için her köşede pusudadır. Aşağılama ve incinmez olma yarışının sonucu da paranoya, savunma, kılıcını çekme ve silahlanma çılgınlığıdır.
Sayfa 100
Wassermann, bize bu romanda her türlü canlıya ve iyiliğe karşı bitmek tükenmek bilmeyen nefreti sonucu Ruth adındaki duyarlı ve saf kızı da öldüren bir adamı anlatmaktadır. Bu cinayeti işleyerek varlığını borçlu olduğu riyakârlıktan intikam alır, onu aşağılar; ancak bir yandan da ruhunun kaybolan parçasına, ayrıldığı sevgi dolu yanına duyduğu
Sayfa 150
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.