Deniz, tabiat, balıklar, kuşlar, insan... Hepsini kuşatan ölüm teması.
Denizin bu kadar hikayelere sinmiş halini yansıtan bir metin okumamıştım. İnsanın denizin o günümüzde naylon modernite ile kirlenmediği günlerinden yansıyan o hikayelere kendini kaptırmaması mümkün değil. Belki biz Sait Faik gibi hayata bakmasak dahi onunla aynı yerde durup kendisi ile saatlerce ortak anlayışla konuşabileceğimizi hissediyoruz.
Ölüm bu hikayelerin birçoğunda karşımıza çıkıyor, ölümü bekleyen insan hali belki de bu metinlerdeki ince sezişin en itici amilidir, kim bilir?
Rum karakterlerin bu kadar çokluğu ulus devletimizin renkleri silip yok ettiğini hatırlattı bana. Belki de denizcilikte onların çok uğraşıyor olması onların çokça bu hikayelerde karşımıza çıkmasına yol açmıştır.
Hülasa daha oturup çok şey yazabilir, üzerine çok kelam edebilirim bu hikayenin. Neden şimdiye kadar okumadığımı düşününce biraz içerledim kendime. Cevap sadedinde Furkan Çalışkan'ın sözlerini hatırladım: "Biz neden Sait Faik, Ömer Seyfettin okumayız? Okullarda Türkçe derslerinde kafamıza kakıla bu adamların metinleri ile uğraştırılmış, anlayışssız ders ortamlarına bu adamlar meze edildiğinden olsa gerek"