İnsanoğlu yaşamı boyunca, hep bir arayış içerisindedir. Kimisi aşkı arar, kimisi mutluluğu. Yaşam statüsüne göre, huzuru ve yalnızlığı da arayanlar vardır. Ne zaman ki, ereğine kavuştuğunu zanneder insanoğlu, bu sefer de arayış sürecinde, önem vermediği yitirdiklerine hayıflanır.Böyle sürüp gider bu kısır döngü. Ta ki, yaşam dediğimiz devinimin
Kime sorsanız derdini kimseye anlatamıyor veya kimse onu anlamıyor. Hepsi anlatıyor, ama hiç kimse kimseyi anlamıyor. Kendini anlatmadan önce kimseyi anlamak istemeyen insanlar topluluğu. Devasa bir kısır döngü.
- Bazı mektupların yazılmasını geciktiren bir kısır döngü var. Önce gücü yetmediği, ne söyleyeceğini bilemediği için yazamıyor insan. Sonra bu tereddütler yüzünden mektubun yazılması gereken zaman geçiyor. Tren kaçıyor yani. Bu sefer gecikmiş olmanın suçluluk duygusu engelliyor seni. Mektup asla yazılamıyor..
Ne diyorsun, dostum Govinda, acaba doğru yolda mıyız? Acaba bilim denen şeye, esenlik denen şeye yaklaşıyor muyuz? Bir kısır döngü içinde dolanıp duruyor muyuz yoksa - oysa biz çevrim denen şeyden kaçıp kurtulmayı düşünmüyor muyduk?"
"Însan susmaya mahkum"
Însan, susar içini dökecek kimsesi olmazsa
Susar!
Yorulursa susar!
Arayıp da bulamadığı için susar!
Gönlündekilerini diline dökemediği için susar!
Anlatsa da bir dinleyeni olmadığı için susar!
Anlatsa da anlayanı bulamadığı için susar!
Bazen kırılmaktan korktuğu için susar!
Bazen de kırmaktan korktuğu için!
Însan susar!
Îçinde konuşur, hep içine döker derdini...
Kendisinden başka dinleyeni/anlayanı olmadığı için susar!
Ne zaman ağır gelse sözleri bedenine dertlerini içine dökerek kendiyle paylaşarak rahatlamaya çalışır insan...
Kısır döngü gibi...
Kendini yine kendiyle teselli eder insan...
Susar insan!
Kalabalıklar içinde yanlızlaştığı için susar!
Însanı susmaya biz mahkum ediyoruz belki de
dinlemeyi bilmediğimiz için...
Empati kurmayı hâlâ öğrenemediğimiz için...
Uzaklaşır insan herşeyden ve insan yine susar!
✍️🍂
Bizim çocuk ilkokula giderken kendisiyle şöyle bir diyalog yaşamıştık:
“Ödevlerini bitirdin mi oğlum?”
“Hayır baba.”
“E ne geziniyorsun madem ortalıkta. Koş ödevlerini bitir!”
“Senin ödevin bitti mi baba?”
“Ne ödevi oğlum? Babaların ödevi olmaz!”
“Niye?”
“Bütün gün çalıştım zaten ben!”
“Ben de bütün gün okuldaydım, ben de çalıştım.”
Diyaloğu devam ettirmedim tabi. Gerçekten durumumuz çok da farklı değildi. Evden yaklaşık aynı saatte çıkmış ve aynı saatte gelmiştik. Üstelik ben koltukta oturmuştum, çocuksa tahta bir sıranın üzerinde.
Bir de aramızda 32 yaş farkı var tabi…
Çocuklar gerçekten dinlenmeye vakit bulamıyor. Okullarda çok ödev veren öğretmenler, veliler tarafından daha iyi öğretmenmiş gibi algılanıyor. Anlayış böyle olunca da bu kısır döngü dönmeye devam ediyor.
Eğitimin özüne inemediğimiz için ve hep vitrine yoğunlaştığımız için de taslar da hamamlar da hiç değişmiyor.
Salih Uyan
Bilimkurgu-Çizgiroman ve Manga Etkinliği kapsamında yapacağım üçüncü incelemem olacak. İşte İnsan ile 1970’ler den, İsa’nın Çarmıha Gerildiği döneme yolculuk edeceğiz. Etkinlik Linki: ---->>> #28996895
Bu tarz kitaplar okuduğumda aklıma hemen izlemiş olduğum birkaç film geliyor. Bu sefer de Mel Gibson’ın yönetmenliğini yapmış olduğu
“Aşk karşılıklı işkencedir”
-Marcel Proust-
Çocukken okuduğum bir mesnevi hikayesinde sapasağlam bir adam ansızın yataklara düşüyordu,doktor muayene esnasında hastalığı hiçbir şekilde tespit edemeyip son çare olarak adamın kulağına kadın isimlerini tek tek saymaya başladı ve elini hastanın kalbinin üzerine koydu.Sırayla isimleri söylerken birinde