Ne yirmi dört saatmiş ama!
Hüzünlendiğim ayrıca kızgınlık ve nefret duyduğum bir hikaye oldu.
Kurgu yönünden diğer kitaplarına nazaran Zweig'ın bu novellası o kadar etkilemedi beni ancak duygusal açıdan içimde bir yerlere dokunmadı diyemem.
Tabiki bu görüşümün nedeni Zweig'dan daha iyilerini okumuş olmam :)
İnsan, iyilik etmek için bazen bir amok koşucusuna dönüşebileceği zamanlar geçirir. Karakter bu zamanların birini yaşar bu yirmi dört saat içinde. Gel gör ki yüzyılların tescilli nankörü insan denen varlık yeminini bozar ve ihanet eder.
Benim kitaptan çıkardığım sonuç; bazen ne yaparsan yap, ne kadar çabalarsan çabala, ne kadar emek harcarsan harca karşılaşacağın tek şey nankörlük olur.
İşte bu yüzden kızgınlık duydum ve bu yüzden hüzünlendim karaktere.
Bu temalı kitaplar ya da hikayeler okuduğumda aklıma hep şu cümle gelir: Hayat, sen planlar yaparken olagelen şeylerdir.
Nitekim burada da karakter kendince yaptığı planda -umduğu davranışta- istediğini elde edememiş olup insanın nankörlüğüyle baş başa kalır.
Önemli olan dersi çıkarmış olmak değil, hayatında uygulayabilmek. Dilerim ki okuduklarınızdan ve yaşadıklarınızdan esinlenerek hayatınıza devam edersiniz.
Hep söylediğim gibi, Zweig'ın okunmaya değmeyecek bir kitabına henüz rastlamadım, rastlayabileceğimi de pek sanmıyorum. Bu ustanın kitaplarını okumamak olsa olsa koca bir eksiklik olur hayatınızda.
Öylesine güzel, akıcı ve derin psikolojik çözümlemeler yapan yazarlar sınırlıdır. Kendinizi bu kitaptan mahrum bırakmayın. Kitaplarla kalın^^