Bütün dünya tek bir muazzam kadındı ve bizler rahmindeydik; henüz doğmamıştık, neşeyle olgunlaşıyorduk. Ve açık, apaçıktı: tüm bunlar benim içindi. Güneş, sis, pembe, altın... Benim için.
"öleceğinize inanır mısınız? evet, insanoğlu ölümlüdür, ben bir insanım, buradan...hayır, o değil; bildiğinizi biliyorum. bense şunu soruyorum: bu sayfayı tutan parmakların günün birinde sararıp buz gibi olacağına inandınız mı, kesinlikle inandınız mı, aklınızla değil de vücudunuzla inandınız mı, hissettiniz mi?
hayır, kesinlikle inanmıyorsunuz ve bu yüzden bugüne kadar da onuncu kattan kaldırıma atmadınız kendinizi, bu yüzden hala yiyorsunuz, sayfayı çeviriyorsunuz, tıraş oluyorsunuz, gülümsüyorsunuz, yazıyorsunuz..."
Biz O kadar sevmedim ki kitabı. Bu tür metinler sanırım hiç benlik değil. Betimlemeler sürekli “antik zamanlardaki gibi” denerek, yazıldığı dönemdeki şeyleri anlatıyor. Bilmem kaç bin yıl sonra diye bol keseden hayal ediyor böyle romanlar yazanlar ama pek azı o kadar ilerisi hakkında yaratıcı bir evren kurabiliyor. Ne bir fikir tohumu bulabildim, ne hayatın olgularına başka pencereden bakış, ne de elle tutulur başka bir şey. Ursula K. LeGuin metinleri en azından bir perspektif sunuyor. Hakikaten, ya böyle olsaydı ki olabilir diye düşündürüyor. Bu kitaptaki her şey bana yaratıcıdan çok “uyduruk” geldi. Kendi zamanından asla kopamadan binlerce yıl ilerisi gibi iddialı bir gelecekte geçen bir hikaye. Beni hiç içine alamadı. Zorla okuyorum.