- "Bu şiirde, zaman önemini kaybetmiştir, insandır hep bu şiir. İsa ve İncil varsa bu şiirde, mistik veya dinî bir şiir sanmayın. Tam anlamıyla lâik bir şiirdir. Din bir dekor, ya da bir benzetim veyahut bir sonda âletidir. Yaşamayı çekip çıkarmak için bir âlet. Alelâde kadınlar konuşur, ama mutluluğu. Sevişme vardır, aşk yerine daha çok. Tanrı'yı, aşkı, ölümü anlamaz bu şairler; toplumu, kadını, varlığı anlarlar. En pragmatik ispat, dokundurmaktır. Bu şairler insanı şiire dokundurur!
Turgut Uyar'da şiir bir ağaç gibi büyür, gelişir, bir orman gibi uğuldar. Tüyleri tenimize değdirir .
Cemal Süreya resimler çizer. Heykel figürleriyle işler. Bir şarkıcı, bir dans şairidir. Yeni şair, hep müşahhasın müşahhasına, plâstike gider. Bir kavanoz, bir ayışığı âlemi kurar.
André Malraux'nun da bütün yaptıkları, sürekli olarak, savaşın, tam ölümün önüne götürüp orada bir uçuruma, daha fenası, dosdoğru üstüne gelen bir çığa baktırdığı insanı çizmek, anlatmak, yaşatmaktır.. Evet, Sartre'ın egzistansiyalizmi, çağa bakmaktır. Camus'ün absürdü, insanın önüne dikilen, çıplak, yalçın, gökdelen bir buzdağıdır. Malraux'nun "insan şartları"ysa tabiatın çelik ağı, sert şartlar. Hepsi aynı canavarı görüyorlar aslında. Biri ona bunalış derken, öbürü absürd diyor. Biri veba derken, öbürü ahtapotun kolları gibi insanı saran şartlarda buluyor onu... Bir diğeri göğün sahrasında, gecenin içinde gözleri yanan bir dev gibi görüyor; ##$##yazarSeolar:i298.$$#$$
Turgut Uyar bu hayata bir sıfat katıp (kişi) de paylaşıyorlar. Biri "hayat"ı varoluş problemi bakımından didikliyor (T. Uyar), öteki insanlararası çatışma ya da sevişme yönünden (C. Süreya). Yâni birinde insan tabiatın ortasında, öbüründe insan insanın yanında. her ikisini n şiiri de müşahhaslaştırma oluyor...
Orhan Veli Kanık akımı, içtimâî şartların hızla değişmesinden ötürü sallantıda kalan 30-40 arası klâsik şiirimizi yıkmış, yeni bir şiir grameri getirmiş, ama pek bir cevher katamamış, bir dil konuşamamıştı. Ama yine de Türk şiirinin üstüne bir Roma kartalı gibi hegemonya kanatlarını germişti. Kendisinin dışında bir şiirin düşünülmesini bile istemiyordu. Araya giren "garip" oyun, zalim oyun oluyor, insanda en ufak bir derinleşme, akımın hışmına uğruyordu.
Nurullah Ataç da büyük bir yardımcıydı. Tek sanat kuralı "iri lâf etme" fobisiydi: Herkes düz hattâ bayağı lâf etme sanatında yarışa girmişti..."
Jean-Paul Sartre'ın bütün felsefesi, güvensizlik metafiziği, aşırı ihtiyat sistemidir. İhtiyat, bir esas oluşun sadece şartı olduğu hâlde, Sartre'da bizzat oluştur artık. Mezarlıktan geçerken ödü patlayan bir adamın, kendi kendine boyuna, "sen korkmuyorsun, kendine güven. Sana zarar verecek hiçbir şey yoktur" diye tekrarlamasıdır, Sartre'ın varoluşçuluğu.
Albert Camus'den daha elâstiki. Kâh bir bloka, kâh öbür bloka yanaşıyor. Akış içinde, kombinezonlar yapıyor. Camus ise, felsefesi dışındaki görüş ve hareketleri reddediyor. İkisi de ate. Ama, biri, insanı çeviren şartların sertliğine aldanarak; öbürü, şartlar önünde, insanın direniş gücüne. Biri ölüme bakarak, öbürü hayata...
Sait Faik Abasıyanık'a uygulayarak, şiiri S. Faik'e ayarlayarak vardı sanıyorum. (Kitabında ona bir ağıt yakmak haktanırlığını da unutmadığını belirtelim). Sonra, bir dünya görüşünün borazancılığını yapmamış, belki onu çok uzaktan hatırlatan, bir karınca platformunda insana ve tabiatla ilişkilerine bakmıştır..."
Orhan Veli Kanık ve arkadaşlarının şiirinde hüküm, basit, realizmde. Şiir, yaşamak için yaşanan, harcanan vakitlerin, ek vakitlerin haberini verir ve hesabını ister. Bozuk ülkenize bakış; bu, kısaca anlatır şiiri. Sonraları
Melih Cevdet Anday, işi bir çağrıya dökecek, "düzeltici" bir şiir kurmaya çalışacak.
Metin Eloğlu, bozuk dünyamıza, o mükemmel dünyalarının parmaklıklarına dayanarak gülecek! En güçlüleri
Oktay Rifat ise en bozguna uğrayanı olacak bu şirazesi kopuk şairlerin (şiraze Orhan Veli'ydi)..."
Cahit Sıtkı Tarancı ve arkadaşlarının şiirinde (Mutlak)la yaralı ya da zengin yaşamak vardır. Değişmelerin gerisindeki gerçeği, insanı ya ön, ya arka plâna alarak aydınlatan şiirlerdir bunlar..."
- "Şair, alelâde kişiye yaklaştı. Şairin cemiyette bocalayan bir kişi olduğu inancı yerleşti şiire.
Behçet Necatigil, bu ezilen kaçan insanın şiirini yapıyordu; bir
Cahit Sıtkı Tarancı kopyasıydı . Cahit Sıtkı'nın şiirinde, insan güçsüz, zaman ve ölüm yaman, dünya aydınlık iken, âlemin bu parlaklığı ile insanın zayıflığı arasındaki çelişme Cahit Sıtkı şiirinin şiddetini sağlarken, Necatigil bu insana uygun bir çevreyi de veriyor, şiirin gücünü bu uzlaşmadan çıkarıyordu..."