Zülfün, rüzgârın eline düşünce sevdalı gönül, hasedinden, kederinden iki parça oldu.
Sihirbaz gözün sihrin ta kendisi, sihre ait ne varsa onda yazılı. Yalnız şu kadar var ki bu muskanın kendisi de hasta!
Zülfünün büklümündeki o kara ben nedir, bilir misin? Cim harfinin çanağına düşen mürekkep noktası!
Cennet gibi yanağında misk gibi siyah ve güzel kokulu zülfün nedir? Cennet bahçesindeki tavus!
Ey canımın munisi sevgili, yüzünü görmek hevesine düşen gönlüm, yolda bulunan ve rüzgârın eline düşmüş olan bir avuç tozdan, topraktan ibaret!
Bu toprak beden, civarına öyle bir düşüş düşmüş ki toz gibi kalkıp savrulmasına imkân yok!
Ey İsa nefesli canan, vücuduma vuran selvi boyunun gölgesi, âdeta Çürümüş kemiklere düşen bir ruhun aksi!
Durağı ancak Kâbe olan zahidi gördüm: O bile dudağının zikriyle meyhane kapısında mukim olmuş!
Aziz dost, sevginde kendini kaybetmiş Hâfız’ın derdinle bağdaşması dünden, bugünden değil, ezelî bir ahit!
Hafız Şiraz-i
Goethe’nin dediği gibi Hafız, "Tüm Büyük Şairler birer Yıldız ise, Sen o yıldızlı Göğün Gökkubesisin.... Seninle Olmak Var, Şimdi Okullarda, trenlerde, Otobüslerde, Deniz Kenarlarında, Şiirinin dolaştığı Her yer, Ebedi Huzurun bulunduğu yerler oluyor...