Fransız ihtilalini Charles Dickens anlatımıyla buluşturan bu kitaptan bahsetmek istiyorum sizlere. İnsanlık tarihinde bu kadar derin izler bırakmış bir dönemi çok önem verdiğim bir yazarın kaleminden okumuş oldum. Bu açıdan memnunum. Ama yazmak öyle değil, bu kadar bilinen bir kitaba, hem de 457 tane inceleme yazılmışken niye bir şeyler yazalım ki!
Evet sadece sert bayana kalsa, Fransa’nın tepesindeki bir giyotinin hikayesini okumuş olurduk. Neler söylenmemiş ki giyotin için, sert bayan demişler önce, hatta “milli ustura” koymuşlar adına. İyice kanıksamışlar artık, şakaya vurmuşlar işi. Baş ağrısına iyi geldiği, saçların ağarmasını önlediği, cilde özel bir zarafet verdiğini söylemişler. Örgüsünü örüp, yemeklerini yerken, toplu idam kararları onaylanmış jürilerde. Belli sayı hedefleri koymuşlar kendilerine. Hep birlikte karar verirken vicdan sorun değil nasılsa! Coşkuyla verilen bir idam kararından sonra tekrar daha büyük bir coşkuyla bu kararın bozulmasına sevinebilirler. İnsanların duyguları o kadar değişken ki, nabzı yakalamak asıl mesele. İnsanların görüşünü topluca etkilemek, tek tek ikna etmekten daha kolay sonuçta. Anne, baba, eş, çocuk, arkadaş, komşu değil bunlar. Bir sayı sadece, 50,51,52…Tarihsel olarak önemli bir dönem, ama yazıyorsam bundan değil.
Neden yazmak istedim diye soracak olursanız; Lucie o duvarın kenarında bekledi ya günlerce dokundu yüreğime, yazmak istedim. Sait Faik gibi, deli olacaktım yoksa! Ben şimdiye kadar batıda bir aşkın böyle anlatıldığına şahit olmadım. Hayır, Zweig demeyin bana, bu başka! Kendi görmeden sevgilisinin görmesi için günlerce, saatlerce bir sokağın köşesinde dikilmek, hem de korkunun hüküm sürdüğü can pazarı kurulmuş sokaklarda! Böyle karşılıksız, fedakârca bir aşk Leyla ile Mecnun’a yakışırdı ve bunu en iyi Fuzuli yazardı!
Yine aynı şekilde Mr. Carton’ın kendini bu aşk için feda etmesi, (Ağrı dağı efsanesindeki zindancı gibi) yüreğe dokunan başka bir detaydı. Platonik aşk ve feda yerine ne kullanabiliriz? Az önce kaça kadar saymıştık, evet bir sayıydı sadece 52!!!
Başka bir noktaya dikkat çekmek istiyorum bu aşamadan sonra. Yazarın durduğu yer konusu benim için çok önemli. Birçok yazar; benim için ne anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığı ve kurgu önemli dese de, nihayetinde ortaya koyduğu eserde bir yerde duruyor olması kaçınılmaz. İşte ben bu yerin neresi olduğunu kestirmeye çalışıyorum. Bazen bir karaktere söylettiği, bazen de söyletmedikleriyle, yaptıkları ve yapmadıklarıyla yazar bize doğru anlayışının ne olduğu ve kimden yana olduğunu hissettirir. O anda davranışın etik olup olmadığından bağımsız şekilde, sebep-sonuç ilişkisi veya farklı yöntemlerle kendi arka planında olan doğruyu bize aktarmak ister. Eğer sorularla sıkıştırılmaya kalkarsa, konuyu kurguya veya kahramana yükleyerek işin içinden sıyrılma şansı bulur.
Bu anlamda; Fransız İhtilali gibi önemli bir tarihsel döneme ilişkin, yazarın son derece nesnel bir gözle ve edebi bir dille olayları aktardığını gördüm. İhtilal öncesi döneme ait adaletsizliği monsenyör ironisiyle etkili bir şekilde eleştirirken, ihtilal sonrası dönemin adalet ve insaniyet açısından daha beter bir hale geldiğini, insan canının her iki dönemde de ne kadar kıymetsiz olduğunu bize aktarma biçiminin tarafsız ve usta bir anlatım olduğunu düşünüyorum.
İsimlendirme ve benzetmelerdeki Charles Dickens ustalığı bu eserinde de devam ediyordu yazarın. Örnek vermek gerekirse;
- Söylenti zayıflığı ile köy sakinlerinin fiziksel zayıflığının benzetilmesi,
- Balıkçılık ve mezar soygunculuğu benzetmesi,
- Bankanın durumu ile ülkenin durumunun birbirine benzetilmesi
Bu tür benzetme ve kelime oyunları beni yazara bağlayan en önemli etken, bunu paylaşmak isterim. Daha önceki kitaplarında da bu eserinde de buna şahit oldum.
Bunların dışında en fazla dikkatimi çeken noktalara kısa değinmem gerekirse;
- Pırıl pırıl güneşli bir günde bozuk bir paranın bayır aşağı inişi gibi çabuk, bir ışık ya da gölge geçti Carton’ın yüzünden…
- Sanki kırk tane bacağı varmış gibi sık sık bacak değiştiriyordu ve her birini deniyordu…
- Miss Pross’un bir özelliği (ondan önceki ve sonraki pek çok insanda olduğu gibi) söylediği bir söz kurcalandığında bunu abartmasıydı. Vb…
Ayrıca, Sidney Carton ile casusun pazarlık yaptığı sahnelerde, Suç ve Ceza’daki Raskolnikov ile savcının zeka savaşının tadı vardı.
Kasvet kelimesi Kasvetli Ev ve Büyük Umutlar’dan beri ilgimi çekiyor. Ama burada kullanma sayısını abartmış, bir puan kırıyorum bu yüzden. (Saydım tam 19 defa kullanmış) Belki bu abartmayı da bilinçli olarak yapmış olabilir ama bundan emin değilim.
Geri kalan 9 puanda büyük bir ustalık eseri göreceğinizi düşünüyorum.
En sevdiğim alıntı, acı duygusunun altındaki kederli huzurla ilgiliydi, bunu çok değerli buldum.
#61778657Son sözüm Lucie için; Daha fazla bekleme orada, sert bayan tepede bekliyor seni de…
Keyifli okumalar…