Buna binaen Küre-i Arz'ın merkezinde bulunan ikiyüz bin derece hararetli bir ateş, Cehennem'e bir çekirdek hükmünde olup, kıyamette kabuğu hükmünde bulunan tabaka-i türabiyeyi çatlatıp, bütün dehşetiyle çıkar, tevessü etmeye başlar ve tam techizatıyla Cehennem meydana gelir, denilebilir.
Saadetin esaslarından "nikâh" ise: Evet insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.
Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.
Bir insan tek başına...
Ne muîni var ve ne yardım edeni; ne saltanatı var ve ne definesi.
Meydana çıkmış, bütün dünyaya karşı mübareze ediyor.
Ve umum insanlara hücum etmeye hazırlanmıştır.
Ve omuzlarına Küre-i Arz'dan daha büyük bir hakikat almıştır.
Kürtçe’de bir atasözü vardır; “Kurmê darê ne ji darê be, dar nakeve!” Yani, “Ağacın kurdu kendisinden olmazsa, ağaç yıkılmaz!” Bu sebeple ağacın yıkılmaması için evvelâ ağacın içinde kurt olmamalı. Hâricî düşmandan daha zararlı bir şey var ise o da dâhilî düşmandır. Mevzû ile alâkalı Üstâd Bediüzzaman münâfıklar bahsinde şöyle der;
"Düşman meçhul olduğu zaman daha zararlı olur. Kandırıcı olursa daha habîs olur. Aldatıcı olursa fesadı daha şedit olur. Dâhilî olursa zararı daha azîm olur. Çünkü dâhilî düşman; kuvveti dağıtıyor, cesareti azaltıyor. Haricî düşman ise bilakis asabiyeti şiddetlendirir, salabeti artırır."
(