İnancı zayıf olan bir adamın hayatın anlamını sorgulayarak inanca ulaşması, Tolstoy’un kendi ruh dünyasını anlatan, anlatırken de hayatı ve inançları sorguladığı ve sonucunda inancın kaçınılmaz ve insanı hayata bağlayan yegane duygu olduğunu anlattığı bilişsel bir yolculuk..
Kitapta en beğendiğim kısaca hayatın bir portresi olarak algıladım bir Doğu masalı olarak anlattığı bölümü ise şöyle;
“Bozkırlarda şaşırtılarak öfkeli,yabani canavar tarafından esir alınan bir gezginin hikayesini anlatan eski Doğu masalı vardır. Gezgin canavardan kurtulmak için kuyuya atlar, fakat kuyunun dibinde onu yalayıp yutmak için ağzını açmış bekleyen bir ejderha görür. Mutsuz adam canavardan kurtulmak için kuyuyu tırmanmaya cesaret edemez ama ejderha tarafından yenilmekten de korktuğu için kuyunun dibine de atlayamaz. O yüzden duvarın çatlaklarında büyüyen yabani otlara tutunur ve öylece bekler. Kolları yorulur, eninde sonunda iki ölümden birinin tutsağı olacağını hisseder. Yine de tutunmaya devam eder, bu esnada kafasını kaldırır. Tutunmakta olduğu yabani otları iki ucundan kemiren biri siyah diğeri beyaz iki fare görür. Sonunda otlar gevşeyecek, kopacak ve gezgin, ejderhanın ağzına düşecektir. Gezgin bunu görür. Artık öleceğinden emindir. Etrafına bakınırken hala tutunduğu yabani otların yapraklarının üzerinde bal izleri görür,dilini uzatır ve balı yalar.
Ve sonrasında der ki Tolstoy ; ‘Ben de, ölüm ejderhasının beni beklediğini eninde sonunda beni parçalara ayırıp yutacağını bilerek hayatın dallarına tutunuyordum. Beni bir zamanlar avutan balı yalamaya çalışıyordum’...”