Kitabın ilk cümlesi ile kitaba dair ilk hissiyatım aynıydı.
“Suratıma bir tokat indi.”..
Kitap Filipinliler’e bağlı işgal altındaki Leyte adasında geçmektedir. Leyte adası her fırsatta tasvir edilmiştir. Ormanlık alanlarını, tepelerini, nehirlerini, yokuş aşağı yollarını, bataklığını gitmiş görmüş kadar olursunuz. Kitabı beğendim, beğenmekten öte hissettim. Güçlü ABD askerleri ile yumru birkaç patatesten başka besini olmayan Japon askerleri arasında geçen acımasız bir savaşa; birliğinden kovulmuş, verem hastası Er Tamura’nın gözünden bakıyoruz.
Savaşın vahşetini; sakin, olanı ve olacağı çoktan kabullenmiş, hiçbir şeye şaşırmadan anlatırken Er Tamura ben onun hislerini yaşarken buldum kendimi. Öfkelendim, midem bulandı, acıktım. Korkunç acıktım. Ve sonra. karakterle birlikte ben de hissizleştim. Çünkü onun travmasının ortasında, çürümüş ve hala taze cesetlerin arasında, top seslerinin gürültüsünde hayatta kalması gerekiyordu. Onun duygularına, mantıklı olmaya ihtiyacı yoktu. Aklını yitirmesi, özünden uzaklaşması, kendine yabancılaşması gerekiyordu. Nitekim öyle de oldu.