Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Safahat (Cep Boy)

Mehmet Akif Ersoy

Safahat (Cep Boy) Hakkında

Safahat (Cep Boy) konusu, istatistikler, fiyatları ve daha fazlası burada.

Hakkında

İstiklal Marşımızın yazarı, şair ve düşünce adamı Mehmet Akif Ersoy´un ölümsüz eseri Safahat, yeni kuşakların da anlayabileceği bir tarzda yayımlandı. Son yıllarda artan bir ilgiyle takip edilen Mehmet Akif Ersoy ve Safahat, bu yoğun ilgiye rağmen yeni kuşaklar üzerinde yeterli etkiyi uyandıramıyordu. Bunun temel nedenlerinden biri olarak Safahat´ın dilinin günümüzde kullanılan ve konuşulan Türkçeye göre oldukça ağır olması gösteriliyordu. Mehmet Akif´in kişiliğine duyulan saygıdan dolayı kültür dünyamızın bu önemli eseri alınıyor fakat anlaşılamadığı için okunmadan bir kenara konuluyordu. Beyan Yayınları, Safahat´ı, bu sorunun çözümüne katkı sağlayabilecek yeni bir düzenlemeyle yayımladı. Günümüzün önemli edebiyatçılarından biri olan A. Vahap Akbaş tarafından hazırlanan bu yeni düzenlemede, Safahat´ın hem orijinali hem de günümüz Türkçesi bir arada, karşılıklı sayfalarda yer alıyor. Böylece hem Safahat´ın Latin harfleriyle yayınlanmış orijinali hem de aynı metnin yine şiir formatında anlaşılır halinin okunması mümkün oluyor. Akif´in şiirleri toplu olarak Safahat adı altında ilk defa 1943´te basılmış olmasına rağmen yazılışları 1900´lü yılların başlarından itibaren başlar. Önceleri ayrı ayrı kitaplar halinde basılmış olmasına rağmen yoğun ilgiyle karşılanır. Mehmet Akif´in yazdığı şiirler, Milli Mücadeleye aktif desteğiyle bir anda tüm yurtta heyecanla karşılanan metinler haline gelir. O günün insanları üzerinde önemli etkiler meydana getirmiş olan bu şiirler, geçirdiğimiz bir dizi değişim ve dönüşümden sonra ne yazık ki yeni kuşaklarca anlaşılamaz hale gelirler. Kendi tabiri ile Sessiz yaşayan Akif, alçakgönüllülük ve dürüstlüğün sembolü gibidir. Hiç kimseye boyun eğmeyen, hiçbir büyüğe dalkavukluk yapmayan; bir şairimizin tabiriyle dosdoğru bir adamdır o. Nitekim kendisi bu özelliğini Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek / Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek şeklinde dile getirir. Dostu-düşmanı tarafından hayatta hiç yalan söylememiş bir insan olarak nitelendirilen Akif, Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır ilkesine ömrü boyunca bağlı kalmıştır. Mehmet Akif, hayatı boyunca bir karakter abidesi olarak anılmıştır. Öyle ki, görüşlerini benimsemeyenler ya da şiir anlayışına katılmayanlar bile sağlam kişiliğine şapka çıkarmış, bundan dolayı ona saygı duymuşlardır. Hüseyin Cahid Yalçın´ın şu sözleri buna bir örnektir: Fikir ve kanaatleri bizimkilere uymadığı halde saygı duyarım. Çünkü yalan söylemedi. Gösteriş yapmadı. Fenalık etmedi. Akif, hayatıyla eserini bütünleştiren bir dava ve ülkü adamıdır. Nurettin Topçu´nun ifadesiyle o, bütün ömründe aynı kanaatin, aynı imanın adamıdır. Devirlere, zaruretlere, cemiyetlere göre değişmez. Muhitine uymaz, muhitini kendine uydurur. Cemiyeti sürükleyicidir. Akif, bundan dolayı büyüktür. Halkı Milli Mücadeleye teşvik etmek için Anadolu´nun değişik şehirlerine gider. Kastamonu´da Nasrullah Camii´ndeki hitabesi o kadar etkili olur ki basılarak bütün vilayetlere ve cephelere dağıtılır. Milli Mücadeleyi desteklemesinden dolayı Darü´l Hikmetü´l İslamiye´deki görevine son verilir. Sebilürreşad´ı Kastamonu´da yayımlamaya başlar. Maarif Vekaleti, İstiklal marşı için istediği vasıfta metin bulamayınca Mehmet Akif´ten İstiklal Marşı yazmasını ister. Akif, o sırada maddi sıkıntı içinde olmasına rağmen bu isteği ödülün kaldırılması şartıyla kabul eder. Ankara´da ikamet ettiği Taceddin Dergahı´nda yazdığı şiir, 12 Mart 1921´de TBMM´de birkaç kez coşkuyla okunarak milli marş olarak kabul edilir. Milli Mücadele sona erince İstanbul´a döner. İnanç ve ideallerine aykırı bazı uygulamalar üzerine Mısır´a gider. Abbas Halim Paşa´nın daveti üzerine gittiği Mısır´da, Kahire yakınlarındaki Hilvan´da uzun yıllar yaşar. Bu sırada Camiü´l Mısriye´de Türk Dili ve Edebiyatı müderrisliği (profesörlüğü) yapar. Hastalanınca, havasının iyi geleceği düşüncesiyle 1935´te Lübnan´a, 1936´da Antakya´ya gider. Hastalığı ilerleyince vatanında ölmek arzusuyla 19 Haziran 1936´da İstanbul´a döner. 27 Aralık 1936´da vefat eder ve coşkulu bir kalabalık tarafından Edirnekapı Mezarlığına defnedilir, yol yapımı nedeniyle mezarı 1960´ta Edirnekapı Şehitliğine taşınır. Bu büyük şairimizin kendi sağlığında ayrı ayrı kitapçıklar halinde basılan şiirlerinin tamamı ölümünden sonra Safahat adıyla yayımlanır. Aradan geçen yıllar boyunca Safahat´a ilgi azalmaz fakat toplumun dili, Safahat´ın dilinden uzaklaşır ve onu anlamayan yeni kuşaklar yetişir. Bu ölümsüz eserin orijinali ve günümüz Türkçesiyle bir arada yayınlanmış olması, büyük bir boşluğu dolduracak ve Safahat´ın yeni kuşaklarca da anlaşılmasını sağlayacaktır.
Tahmini Okuma Süresi: 15 sa. 52 dk.Sayfa Sayısı: 560Basım Tarihi: Şubat 2011İlk Yayın Tarihi: 1943Yayınevi: Beyan Yayınları
ISBN: 9789754733976Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak
Reklam

Kitap İstatistikleri

Kitabın okur profili

Kadın% 58.0
Erkek% 42.0
0-12 Yaş
13-17 Yaş
18-24 Yaş
25-34 Yaş
35-44 Yaş
45-54 Yaş
55-64 Yaş
65+ Yaş

Yazar Hakkında

Mehmet Akif Ersoy
Mehmet Akif ErsoyYazar · 42 kitap
Mehmet Âkif Ersoy, (doğum adı: Mehmet Ragif, 20 Aralık 1873 - 27 Aralık 1936), baba tarafından Arnavut, anne tarafından Özbek asıllı Türk olan Cumhuriyet Dönemi şairi, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur'an mütercimi, yüzücü, milletvekili. Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal marşı olan İstiklâl Marşı'nın yazarıdır. "Vatan Şairi" ve "Milli Şair" unvanları ile anılır. Çanakkale Destanı, Bülbül, Safahat en önemli eserlerindendir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim (daha sonraki adıyla Sebil'ür-Reşad ) dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM'de yer almıştır. Mehmet Âkif Ersoy, 1873 yılının aralık ayında İstanbul'da, Fatih ilçesinin Karagümrük semtinde Sarıgüzel mahallesinde dünyaya geldi. Nüfusa kaydı, babasının doğumundan sonra imamlık yaptığı ve Âkif'in ilk çocukluk yıllarını geçirdiği Çanakkale'nin Bayramiç ilçesinde yapıldığı için nüfus kağıdında doğum yeri Bayramiç olarak görünür. Annesi Buhara'dan Anadolu'ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanım; babası ise Kosova'nın İpek kenti doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi'dir. Mehmet Tahir Efendi, ona doğum tarihini belirten "Ragif" adını verdi. Babası vefatına kadar Ragif adını kullansa da bu isim yaygın olmadığı için arkadaşları ve annesi ona "Âkif" ismiyle seslendi, zamanla bu ismi benimsedi. Çocukluğunun büyük bölümü annesinin Fatih, Sarıgüzel'deki evinde geçti. Kendisinden küçük, Nuriye adında bir kız kardeşi vardır. İlköğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebinde, Ortaöğrenimine 1882 yılında Fatih Merkez Rüştiyesi'nde başladı. Rüştiyeyi bitirdikten sonra annesi medrese öğrenimi görmesini istiyordu, ancak babasının desteği sonucu 1885'te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi'ne kaydoldu. 1888’de okulun yüksek kısmına devam etmekteyken babasını kaybetmesi ve ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması aileyi yoksulluğa düşürdü. Babasının öğrencisi Mustafa Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev yaptı, aile bu eve yerleşti. Artık bir an önce meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak isteyen Mehmet Âkif, Mülkiye İdadisini bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebine (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydoldu. Dört yıllık bir okul olan Baytar Mektebi'nde bakteriyoloji öğretmeni Rıfat Hüsamettin Paşa, Akif'in pozitif bilim sevgisi kazanmasında etkili oldu. Okul yıllarında spora büyük ilgi gösterdi; mahalle arkadaşı Kıyıcı Osman Pehlivan'dan güreş öğrendi; başta güreş ve yüzücülük olmak üzere uzun yürüyüş, koşma ve gülle atma yarışlarına katıldı. Şiire olan ilgisi okulun son iki yılında yoğunlaştı. Mektebin baytarlık bölümünü 1893 yılında birincilikle bitirdi. Okulu bitirdikten hemen sonra Ziraat Bakanlığı’nda (Orman ve Maadin ve Ziraat Nezareti) memur olarak işe başladı. Memurluk kariyerini 1893–1913 yılları arasında sürdüren Mehmet Akif'in bakanlıktaki ilk görevi veteriner müfettiş yardımcılığı oldu. 1898 yılında Tophane-i Âmire Veznedarı Mehmet Emin Beyin kızı İsmet Hanım’la evlendi; bu evlilikten Cemile, Feride, Suadi, Emin, Tahir adlı çocukları dünyaya geldi. II. Meşrutiyet’in Âkif'in hayatında en büyük etkisi, meşrutiyetle birlikte yayın dünyasına adım atması olmuştu. Daha önce bazı şiirleri ve yazıları birkaç gazetede yayımladıysa da eser yayımlamaya uzun süredir ara vermişti. Meşrutiyetin ilanından sonra, arkadaşı Eşref Edip ve Ebül'ulâ Mardin'in çıkardığı ve ilk sayısı 27 Ağustos 1908'de yayımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. Balkan Savaşı'ndan sonra, ilk olarak 1913'te Umur-i Baytariye görevinden, sonra yayınlarının hükûmetle uygun düşmemesi nedeniyle aldığı ikaz üzerine 1914'te Darülfünun müderrisliği görevinden ayrıldı. Yalnızca Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'ndeki görevine devam etti. Yine 1914'te, Harbiye Nezareti'ne bağlı Teşkilat-ı Mahsusa'dan gelen teklif üzerine İslam birliği kurma gayesi güden Almanya'ya (Berlin'e) Tunuslu Şeyh Salih Şerif ile birlikte gitti. İngilizlerle birlikte Osmanlı'ya karşı savaşırken Almanlara esir düşmüş Müslümanların kamplarında incelemelerde bulundu ve farkında olmadan Osmanlı'ya karşı savaşan bu Müslüman esirleri aydınlatmaya çalıştı. Fransız ordusundaki Müslümanlara yönelik yazdığı Arapça beyannameler cephelere uçaklardan atıldı. Almanya'da iken yazdığı Berlin Hatıraları adlı şiirini dönünce Sebilürreşad'da yayımladı. Lübnan'da yaşayan Mekke Şerifi Vezir Ali Haydar Paşa’nın davetiyle 1918'de bu ülkeye giden Âkif, Lübnan'dayken Şeyhülislamlığa bağlı Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye Cemiyeti başkâtipliğine atandı. Ahmet Cevdet, Mustafa Sabri, Mustafa Tevfik Efendi, Said Nursi gibi isimlerin kurduğu ve Osmanlı Devleti ile diğer İslam ülkelerinde çıkacak dini meseleleri halletmek, İslam aleyhindeki gelişmelere yanıt vermek amacıyla kurulan bu örgütte çalışırken bir yandan da Said Halim Paşa'nın "İslamlaşmak" adlı eserini Fransızcadan Türkçeye çevirdi. Bu dönemde Anadolu toprakları işgale uğramış; Türk halkı Kurtuluş Savaşı'nı başlatarak direnişe geçmişti. Bu harekete katılmak isteyen Âkif, Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağnos Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir hutbe verdi. Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde hutbe verdi, konuşmalar yaptı ve İstanbul'a döndü. Bu arada Sebilürreşad idarehanesi, Millî Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçmiş olanlarla İstanbul’daki yakınlarının gizli haberleşme merkezi hâline gelmişti. Âkif, Kurtuluş Savaşı’nı desteklemesi nedeniyle 1920'de Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye Cemiyetindeki görevlerinden azledildi. İstanbul'da rahat hareket etme olanağı kalmayan Mehmet Âkif, görevinden azledilmeden az önce oğlu Emin'i yanına alarak Anadolu'ya geçti. Sebilü'r-Reşad'ı Ankara'da çıkarması için Mustafa Kemal Paşa'dan davet gelmişti. TBMM'nin açılışının ertesi günü olan 24 Nisan 1920 günü Ankara'ya vardı. Millî Mücadele'ye şair, hatip, seyyah, gazeteci, siyasetçi olarak katıldı. Ankara'ya varışından bir süre sonra ailesini de yanına aldırdı. Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey kendisini ulusal marş yarışmasına katılmaya ikna etti. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiçbiri yeterli bulunmamıştı ve en güzel şiiri Mehmet Âkif'in yazacağı kanısı mecliste hâkimdi. Mehmet Âkif'in yarışmaya katılmayı kabul etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan çektiler. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45'te ulusal marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışladı. İstiklâl Madalyası ile ödüllendirilen Mehmet Âkif, 1922 yılında sağlık gerekçesi ile milletvekilliğinden istifa etti. 1923 yılının Mart ayının son günlerinde ortadan kaybolan yakın arkadaşı Trabzon Milletvekili Ali Şükrü'nün Mustafa Kemal'in Muhafız Alayı Kumandanı Topal Osman tarafından öldürüldüğünün anlaşılması üzerine kendine yeni bir yurt bulması gerektiğini hissetti. Kendisini, ilk kez 1914 yılında gittiği Mısır'a bir süredir davet eden Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa'nın davetini kabul etti ve böylece, ilki 1923 yılı olmak üzere kışlarını Mısır’da geçirmeye başladı. Birkaç sene yazları İstanbul'da, kışları Mısır'da geçiren Mehmet Âkif, annesinin ölümünden sonra 1926 kışında Mısır'a kalıcı olarak yerleşti. Mehmet Âkif, Mısır yıllarında Kur'an yorumlamasının yanı sıra, Kahire'deki "Câmiat-ül Mısriyye" adlı üniversitede Türk dili ve edebiyatı dersleri verdi. 1934'te çıkarılan Soyadı Kanunu gereği "Ersoy" soyadını aldı. Siroz hastalığına tutulunca hava değişikliğinin iyi geleceği düşüncesiyle önce Lübnan'a, sonra Antakya'ya gitti, fakat Mısır'a iyileşememiş olarak döndü. 17 Haziran 1936'da tedavi için İstanbul'a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul'da, Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nda öldü. Edirnekapı Mezarlığı'na gömüldü.