"ah o yüce halkımız! şu köylü kaftanını görüyor musunuz? her şey ondan başlayacak işte. geri kalan tüm putlar parçalandı; bütün umudumuz köylünün kaftanında."
Babalarımız dedelerimizden, biz de babalarımızdan ne gördükse onu yapıyor, tıpkı onlar gibi yaşıyorduk. Bundan memnunduk. Zaten yeryüzünde başka bir şeyin de olabileceğini bilmiyorduk ki memnun olmayalım. Bütün vazifemiz, bize verilen emanetleri oğullarımıza vermek, onlara da böyle yapmalarını söylemek zannediyorduk. Dışarıdan gelecek bir elin bunların hepsini altüst edeceğini düşünmüyorduk bile...
Huri Hüseyin’in önünden geçti gitti. Şu bekleyişten sevindi de… Arkadan Karabibik bir gülümseme göstermişti: “Ataş alaflanmış. Ha görem, ha!”
Göreceği-möreceği pek basit bir şeydi. Ertesi gün Huri, Hüseyin için istendi. Yosturoğlu ile Karabibik arasında her ne kadar bir soğukluk vardıysa da kızı da ihtiyarlamaktaydı. Hem Yosturoğlu zengindi, nasıl kıyıp atmalı?
İşte karar verildi. Hüseyin ile Huri nikâhlandılar. Bir salı gecesi Yosturoğlu’nun evi önünde birçok köylü delikanlılarıyla kadınları toplandı. Hüseyin bir hayvan üstünde davul zurnayla yakın köyleri akşama kadar dolaştı. Şerbetler içildi. Yemekler yenildi. Akşama gerdek yapıldı. Hüseyin ile Huri’nin birbirini sevme romanı böylece sona erdi.
Zaten köylülerin birbirlerini sevmeleri işte hep böyle biter.
Köylüler, dünya kurulduğundan bu yana zulüm altındalar, zulme dayanmışlar, yoksulluğa, alçalmaya, aşağılanmaya, öldürülmeye, tutsaklığa, on yıl askerliğe, Yemene dayanmışlar...
“Köylü, alışkanlıklarının kölesidir. Evinden ayrılmak kendini toprağa bağlayan her şeyi de orada bırakmış olur. Küçük bir daire içinde yaşar ve o dairenin dışındaki hiçbir şey onu ilgilendirmez. Kendi sınırlı çevresinin ötesindeki dünyaya şüpheyle bakar. Evini terk eden rüyalarını da terk eder, hiçbir umut beslemez. Sadece her şeyini ardında bıraktığını hisseder ve kendini tümüyle üzüntüsüne kaptırır.”
Sayfa 186 - Vakıfbank Kültür YayınlarıKitabı okudu