Aşk, sanat, arzu, zafer, hepsi hasta nahvetimizin oyuncaklarından başka bir şey değildi ve hepsinin arkasından kaderin büyük çarkı işliyordu. Her şeyin hattâ bu şehrin en güzel ifadesi olan su seslerinin bile hülyama boş kadehler uzattığı böyle bir günde başka nasıl düşünebilirdim?
Taş, ağaç, sanat eseri ve an, hepsi bana kendilerini kapatıyorlar, beni mahremiyetlerinden kovuyorlardı. Yavaş yavaş etrafımda sadece ölümü görmeye başlamıştım. Kendi kendime "Ondan başka ne olabilir ki..." dedim, meğer ki can sıkıntısı ola.
ruhu tam doyuran o kesif ürpermeden, eşya ile aramızdaki perdeleri kaldıran ve bizim için dışımızda yabancı bir şey bırakmayan o büyük dolgunluktan mahrumdur.
Ah, bu eski sanatkârlar ve onların her dokundukları şeyi değiştiren, en eski bir unsurdan yepyeni bir âlem yapan sanat mucizeleri! Dedelerimiz bu mucize ile ve onun etrafına taşırdığı imanla Bur-sa'nın ve İstanbul'un çehresini değiştirdiler, onları yarım asır içinde...