Hayata karşı kayıtsız kalmayı tercih eden bir genç adamın hikayesi Uyuyan Adam.
Artık tercih yapmadığı, karar almadığı, kendi yaşamını şekillendirmediği, hayatın onu sürüklemesine izin verdiği bir döngüye giriyor. Kendini yakından, kalabalıkları uzaktan izliyor ama her ikisine karşı da mutlak ilgisizlik içinde. Gözleri en ufak ayrıntıları görüyor, izliyor ancak hiçbir şeyi belleğinde tutmuyor. Yalnızlığının içinde bile yalnız kalan bir adam. Bir labirente hapsolmuş gibi hayatı; aynı oda, aynı çatlak ayna, aynı filmler, aynı kitaplar, aynı sokaklar, aynı restoran... Günler boyu labirentin içinde dolaşıp, yine aynı yatağına, aynı yastığına temas edip zihnini imgelerle süslüyor. Kitabın son bölümünde yazar "Oysa sen, zavallı Dedalus, senin labirentin yoktu. Sahte mahkûm, senin kapın açıktı." cümleleriyle genç adamın kendi iradesinin ya da iradesizliğinin kurbanı olduğunu vurguluyor.
Yazarın yaşamından izler taşıyan bu kitapta, hayattan soyutlanmanın ne demek olduğunu hissedeceğinize eminim. Kitabı okurken Monteigne'nin "Bir amaca bağlanmayan ruh yolunu kaybeder. Çünkü her yerde olmak, hiçbir yerde olmamaktır." sözü sık sık yankılandı zihnimde. Aynı zamanda Albert Camus Yabancı ve Sadık Hidayet Kör Baykuş kitaplarını okurken hissettiklerimi hissettim. Okunması çok kolay bir kitap değil ancak, isimsiz bu karakterin hissettiklerini hissetmeye başladığınızda kitap okuduğunuzu unutacak ve onunla bütünleşeceksiniz.
Keyifli okumalar...