Rüya hünerli bir sihirbazdır, varlıkların boyutlarını ve birbirlerine olan uzaklıkları değiştirir, yan yana uyuyan kişileri ayırır, birbirine uzaktaki kişileri kavuşturur
Yaşardık, her zamanki gibi, aldırmadan. Aldırmamak cehaletle aynı şey değildir, üstünde çalışmak gerekir.
Hiçbir şey bir anda değişmez: Derece derece ısınan bir küvette farkına varmadan haşlanarak ölürsünüz. Elbette gazetelerde öyküler vardı, hendeklerde ya da ormanda bulunan cesetler, ölesiye dövülmüş ya da sakatlanmış, eskiden dedikleri gibi saldırıya uğramış; ama bunlar başka kadınlar hakkındaydı ve bunları yapan erkekler başka erkeklerdi. Hiçbiri tanıdığımız erkekler değildi. Gazete öyküleri bizim için rüya gibiydi, başkalarının gördüğü kötü rüyalar. Ne korkunç, derdik, öyleydiler de, ama inanılır olmaksızın korkunçtular. Aşırı melodramatiktiler, bizim hayatımıza ait olmayan bir boyuta sahiptiler.
Gazetelere konu olmayan insanlardık biz. Baskı kenarlarındaki beyaz boş alanlarda yaşıyorduk. Bu bize daha çok özgürlük veriyordu.
Öyküler arasındaki boşluklarda yaşardık
Başka uluslar, çağdaş uygarlığa girmek için geçmişlerinden uzaklaşmak zorundadırlar; oysa Türklerin çağdaş uygarlığa girmeleri için yalnız geçmişlerine dönüp bakmaları yeter.
"Düşünsene yolda bir kaza görünce ne tepki veriyor insanlar? Hemen 'Aman Allah korusun' derler. İnanabiliyor musun! İlk tepkileri kendilerini düşünmek, kurbanları değil. Başkası için dua eden ne kadar az kişi var farkında mısın? İlla ki kendilerine. Zaten o kadar çok dua birbirinin kopyası ki. Beni koru, beni kayır, beni yükselt... Her şey ben. Onlara sorsan 'dindarlık' derler adına, bense 'kılık değiştirmiş bencillik' diyorum."