“Lacan için önemli olan, insanın dil’e ve dolayısıyla toplum ve kültür düzenine ‘girmesinden’ önceki dolayımsız tasarım özdeşliği (çocuğun aynada kendini tanıyarak, ilkel bir biçimde kendini algılaması ve konumlaması gibi) değil, araya bir üçüncü öğenin (dil, toplum, kültür) girmesinden sonra insanın geçirdiği trajik gelişimdir; başka bir deyişle, temel kategorisi ‘istek’ olan bilinçaltının toplumsal düzenle ve düzenin taşıyıcısı olan imleyenlerle bastırılmasıdır; insanın ilk ve en temel varlığını (hakikatini) kaybedişi ve toplumsallaşma sürecinde, ne yaparsa yapsın, hangi ‘ben’lere bürünürse bürünsün hiçbir zaman doyuma ulaşamamasıdır, yani bütün olumlu sonuçlarına rağmen, bilincin bilinçaltına, toplumun doğal isteğe, imleyenin imlenene denk düşmemesi, onu tamıtamına kaplamaması ve orada bir yarığın, bir çatlağın kalmasıdır ve bu, insanoğlunun ilk bütünlüğünü, isteğini, hakikatini, bir türlü ele geçirememesi, gerçekleştirememesidir. Lacan insanoğlunu, imleyenle imlenen arasında bir ‘yarılma’ ve hakikatin ‘sonuşmazsal’ (asymptotique) tasarısıyla (projesiyle) tanımlar.