Şefik CAN anlatıyor:
İlk görüşmemizde Ahmet Ağa aynı Yunus gibi çok güzel şiirler okudu, adeta kendinden geçti. Ben edebiyat hocalığı yaptığım için şaşırdım bu coşkunluk karşısında... Daha sonraki zamanlarda tek başıma onu ziyarete gitmeye başladım. Bir defasında yalnızca ikimizin bulunduğu ortamda ona:
-Ahmet Ağa, sen bu hâli nasıl elde ettin, dedim.
Ahmet Ağa:
-Bende bir hâl yok, ben ummi bir çobanım, dedi. Kendisine:
-Ama zaman zaman siz, göreve çağırıyorlar diyorsunuz, çıkıp gidiyorsunuz, sizi göremiyoruz deyince, anlatmak zorunda kaldı:
"Seferberlik zamanında Gazze'de savaşıyorduk. Düşman bizi muhasara altına aldı. Bir hafta boyunca ne su ne yiyecek bulabildik. Daha sonra yardım ulaştı, kazanlar kaynamaya başladı. Yemek dağıttılar bize. Bir ekmeğin içine tahin koymuşlardı. Ben, ekmeği ısırdım, bir lokma ağzıma aldım. O sırada karşımda, bir deri bir kemik kalmış bir köpek gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Biraz ekmek bölüp ona attım. Yanımdakiler: "Ahmet delilik etme, ye yemeğini diyorlardı. Ancak benim gönlüm bu hâle elvermedi. Bir lokma kendim yedim, bir lokma köpeğe verdim. Gece uykuya dalınca Peygamber Efendimiz (s.a.v.) teşrif ettiler, sırtımı sıvazlayıp "Ahmet! Evladım, ben seni sevdim." buyurdular.
Daha sonra uyandığımda Peygamber Efendimiz (sav)e karşı büyük bir aşk başladı içimde. O günden beri bu haldeyim."
İçimizde Kudüs sevdası olsun. Sevda olsun ki o sevda bizi harekete geçirsin. Harekete geçelim ki her alanda üretelim. Kimselere bağımlı kalmayalım. Bu işin yolu budur. Medine'de Allah Resûlü ﷺ Yahudilerle nasıl mücadele etmişse biz de aynı şekilde mücadele edelim. Bunun için Müslümanların şu anda bir seferberlik ilan etmeleri gerekir. Çünkü eğer böyle bir seferberlik ilan edip tüm alanlarda ümmetin yüzünü ak edecek şeyleri üretemezsek "-ilimde, filmde, sanatta, edebiyatta, ticarette, İktisatta, aklınıza gelebilecek bütün alanlarda-" bu mücadeleyi sonuna kadar devam ettiremeyiz ve galibiyet sağlayamayız. Bize her yolu gösteren Allah Resûlü ﷺ galibiyet yolunu da gösteriyor. O yolu kendimize menhec/ usûl edinmeli ve bugünün şartlarına uygun bir şekilde küfür, nifak ve cehalet cepheleriyle mücadele etmeliyiz. Mücadeleyi Efendimiz ﷺ gibi verdiğimiz zaman Allah'ın izniyle biz kazanacağız. Netice itibarıyla herkes bulunduğu yerde iyi olmak için gayret gösterdiğinde biz iyileşeceğiz; biz iyileştiğimiz zaman Kudüs de iyileşecek.Çünkü Kudüs şu an hasta ama bu hastalığın sebebi biziz. Kudüs'ün gülmesi bize bağlıdır.
Duvarlara seferberlik ilanları yapıştırıldığında kim bilir kaç kişi buna direnecektir. Kitle duyarlılığının ve kitle isteri nöbetlerinin olduğu bir çağda yaşıyoruz, savaş durumunda onların nasıl bir güce dönüşeceğini kestirmek güç.
Sevda olsun ki o Sevda bizi harekete geçirsin. Harekete geçelim ki her alanda üretelim. Kimselere bağımlı kalmayalım. Bu işin yolu budur. Medine’de Allah Resûlü (s.a.v.) Yahudilerle nasıl mücadele etmişse biz de aynı şekilde mücadele edelim. Bunun için Müslümanların şu anda bir seferberlik ilan etmeleri gerekir. Çünkü eğer böyle bir seferberlik ilan edip tüm alanlarda ümmetin yüzünü ak edecek şeyleri üretmezsek -ilimde, filmde, sanatta, edebiyatta, ticarette, iktisatta, aklınıza gelebilecek bütün alanlarda- bu mücadeleyi sonuna kadar devam ettiremeyiz ve galibiyet sağlayamayız. Biz her yolu gösteren Allah Resûlü (s.a.v.) galibiyet yolunu da gösteriyor. O yolu kendimize menhec/ usûl edinmeli ve bugünün şartlarına uygun bir şekilde küfür, nifak ve cehalet cepheleriyle mücadele etmeliyiz.
Mücadeleyi Efendimiz (s.a.v.) gibi verdiğimiz zaman Allah’ın izniyle biz kazanacağız. Netice itibariyle herkes bulunduğu yerde iyi olmak için gayret gösterdiğinde biz iyileşeceğiz; biz iyileştiğimiz zaman Kudüs de iyileşecek… Çünkü Kudüs şu an hasta ama bu hastalığın sebebi biziz. Kudüs’ün gülmesi bize bağlıdır.
Snelman yeni neslin aydınlarının en parlak temsilcilerinden birisiydi. Birkaç genç Finlandiyalı öğretmen, din adamı, avukat ve memur halk kitlelerinin eğitim ve kültür düzeyini artması için adeta seferberlik ilan etmişlerdi. Bu insanlar sürekli şunu vurguluyordu:
‘Aydın olmak gösterişli bir kıyafet giymek yahut kolalı bir yaka ve modaya göre
Türkiye dışında, bölgede süregelen ve işleyen bir demokrasi daha var; İsrail. Birçok açıdan tuhaf bir anomali sergiliyor. İsrail bir İslam devleti değil ve komşularının ceremesini çektiği kargaşa ve ayaklanmalarla boğuşmadı. Yine de ilk bakışta, Batı tipi demokratik kurum ve kuruluşların gelişmesini teşvik edecek çok az şey gözüküyor. İsrail vatandaşlarının çoğunluğu çok az ya da hiç demokrasi geleneği ve tecrübesi olmayan ülkelerden geldi: Orta ve Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri. 1948'de devletin kurulmasından bu yana, komşularının çoğu ya da tamamıyla sürekli bir savaş halindedir. Bu durum sıklıkla silahlı çatışmaya yol açıyor. İdaresi altındaki bölgelerde ve hatta kendi özgün sınırları içerisinde, etrafındaki komşu ülkelerdeki insanlarla aynı dili konuşan, aynı dinden, aynı kültür ve duygudan insanları kontrol ediyor. Bu çıkmazda, ordu büyük bir rol oynuyor ve askerlerin kontrolü ele geçirmesinin norm olduğu bu bölgede er ya da geç İsrailli komutanlar ya da subaylar aynı yolu takip edip gücü ele geçirebilirdi. Oransal temsile dayanan seçim sistemi, ıvır zıvır ağız dalaşları, hizipsel baskılar, kırılgan koalisyonlar ve durmadan kendini tekrar eden tıkanmalar, iktidarın böyle devralınmasını savunulabilir hatta arzulanabilir kılıyordu. Fakat bu olmadı ve İsrail sürekli devam eden yarı-seferberlik halinden ötürü ve bu hale rağmen, agresif bir sivil devlet olarak varlığını sürdürüyor.
Balkan Harbi, Seferberlik sıralarında nelerle uğraşmış? Bu toprakla, bu toprağın üzerindeki insanlarla meğer hiçbir ilgisi yokmuş. Bunu bu millet bir gün anlarsa, yüzüne nasıl bakacak?
Pek muhterem arkadaşlar! ..
Önce şunu arz edeyim ki, Atatürk'ü tanıyan, hürmet eden ve onunla beraber hayatını idam sehpasına koymaya karar veren bir arkadaşınızı dinleyeceksiniz. (...)
... bir öğretmen, öğrencisine soruyor: "İstiklal Savaşı'ndan kimleri tanırsınız?" Öğrenci, önce şefimizi sayıyor, benim adımı da söyleyince,