Dönelim bu iki milliyetçi yoldaşa; bunlardan birinin ismi Nihal Atsız, diğerinin adı ise Reha Oğuz Türkkan'di.
Aralarında zamanla ayrrılıklar çıktı. Birinin görüşleri Gustave L Bon'a, diğerininki ise, Arthur de Gobineau'nun ırkçı teorilerine dayanıyordu. Bu teorilerin ne olduğuna girip, kafanı karıştırmayayım.
Bu bizim iki milliyetçi yoldaş, ellerine cetvel, gönye alıp fotoğrafları ölçerek kimin Türk olup olmadığına karar veriyorlardı.
Hatta öyle ki, bunu devletin de yaptığına inanıyorlardı; Türk çıkmadığı için, İsmet İnönü'nün bu raporları "utanıp" yok ettiğini bile söylüyorlardı! Yani atıp tutuyorlardı.
Uzatmayayım, sonuçta bizim bu iki yoldaş, o kadar milliyetçi o kadar Türkçüydüler ki, zamanla aralarında liderlik mücadelesi
çıkınca, birbirlerinin ırksal açıdan, safkan olup olmadıklarından şüphe eder hale geldiler.
Yaşı daha genç olan Türkan, Atsız'in kafatasının, Türk ırkına benzemediğini söyledi.
Nihal Atsız yanıt vermekte gecikmedi: "Türkkan'in ataları Ermeni'dir. O Türkkan değil Ermenikan'dır."
Atsız ile Oğuz'un tartışması, 1943 yazında başladı ve kırgınlık yıllarca sürdü.
Irkçı söylemler o yıllarda herkesi o kadar etkiledi ki, bu iki yoldaşı da yargılayan Sıkıyönetim Mahkemesi, raporunda Nihal Atsız'ın atalarının Gümüşhane Midi Köyü'nden olduklarını ve "dönme" olarak bilindiklerini yazdı!
Gördünüz mü, bu "ırkçılık virüsü" buluşmaya görsün, nasıl her tarafa sirayet ediyor.