Erkeklerden nefret etmek
“Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için... Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil... Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hülasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki... Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek... Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey veremeyiz... Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz?”
Düdüklü tencere fabrikası için lazım olan malzeme, yani tencere, tencerenin kapağı, vidaları, düdük vesair parçaları hep Amerika'dan gelir. Ama biz burada monte eder, düdüklü tencere yaparız. Yani Türk işçisinin alın teriyle olur. Üzerine "Yerli Malı" diye de madeni bir etiket koyarız. Bu etiketler de Amerika'dan gelir. Fabrika, Türk ve Amerikan sermayesiyle ortak kurulmuştur. Parası bizden, akıl vermek onlardan! Fakat son zamanlarda parçalar gelmediği için düdüklü tencere yapmakta zorluk çekiyoruz. Bizim düdüklü tencerelerimiz, Avrupa'nın ve Amerika'nın düdüklü tencerelerinden her bakımdan üstün. Bir kere, bizim düdüklerin sesi gayet tatlıdır. Mesela tencerenize fasulye koyduğunuz da pişti, değil mi? Düdük öyle tatlı, öyle ahenkli öter ki, radyoda saz takımı çalıyor sanırsınız? Halbuki Amerika ve Avrupa'nın düdüklü tencereleri, birdenbire, tiz bir sesle öterler. Bu yüzden kaç gebe kadın korkarak çocuğunu düşürmüştür. Sonra bizim düdükler daha uzun öterler. Yani her bakımdan yabancı mallara üstündür. Yalnız dediğim gibi malzeme bulamıyoruz. Çok şükür memleketemizde düdük çok, fakat tencere yok.
Sayfa 18
Reklam
VASİYET  Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp götürün Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.
Rahmân'ın kulları, öyle kimselerdir ki, önce gidişleri, yeryüzünde yürüyüşleri ve hareket tarzları mülayimdir. Zorba, mağrur, kibirli, saygısız, kaba ve haşin değil; sukünet ve vakar ile alçak gönüllü bir şekilde terbiyeli, nazik ve yumuşak yürürler. Etraflarını sıkıntılandırmaz, eza vermez, sendeler gibi gitmez, hesaplı, saygılı, merhamet tavrıyla güven ve huzur yayarak giderler. Cahiller, yani kendini bilmezler, edebsiz güruh laf attığı zamanda kendilerine "selam" derler. Selametle neticelenecek söz söyler, yahut selametle derler. Onlara çatmaya tenezzül etmezler, tahammül de ederler.
Furkan suresi 63. ayet tefsiri
"Al bu benim kalbim, sana bakınca göğsümü paramparça ediyor, sana baktıkça göğüs kafesim paramparça oluyor, al bak bu benim kalbim, senden ayrı kalınca gözümdeki uykuyu, ayaklarımdaki dermanı, gözümdeki feri, ağzımdaki tadı, dilimdeki kelimeleri alıyor, sen oradayken bu kalp bana fazla, bu kalp bana büyük, bu kalp bana ağır, al bu benim kalbim, sen uzaktayken, yanımda değilken yani, karanlıkta kalıyorum bunun yüzünden, sen olmayınca bu kalp, kalp değil yara oluyor bana, insanın kalbinde yara olmaz mı, olur elbette ama bu öyle değil, kalpte yara değil, kalbim yaranın kendisi oluyor, al bak bu kalbim senin olsun."
Sayfa 161Kitabı okudu
İnsanoğlu öyle acayip bir mahluktur ki, onun öncelik sıralamasında ekmekle, din sık sık yer değiştirir. Karnı açsa, onun için en kutsal mekân midesidir. Ancak bedeninin ihtiyaçlarını giderince, yani dünyalığını kurtarınca, öteki dünya aklına gelir.
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.