"Zekâ algısını en çok etkileyen kötü alışkanlıkların başında eğitim sistemleri geliyor. Ülkemizde ve dünyada, henüz oyun yaşındaki çocuklara, uzun süre hareketsiz ve dikkatli oturmayı zorunlu kılan, gerekli gereksiz birçok şeyi öğrenmelerini baskılayan zorlu bir eğitim süreci dayatılıyor. Bu eğitim sisteminin içindeki müfredat, normal şartlarda bir çocuğun çoğunlukla ihtiyaç duymayacağı, yaşamını sürdürmesi için doğrudan gerekli olmayan, yaşamda tecrübe edilerek pekâlâ öğrenilebilecek sayısız “ders” içeriyor. Üstelik derslerin birçoğunun, insanın doğal öğrenme sistemiyle uyumsuz şekilde, tek yönlü ve ezbere dayalı olarak verilmesi de işin cabası. Doğal olarak insan zekâsının böylesi bir meydan okumayla baş etmesi giderek zorlaşıyor. Üstün yetenekli, zeki, çalışkan diye nitelediğimiz çocukların önemli bir bölümünün “patolojik” yani normalden olumsuz yönde sapma gösteren bireyler olması kuvvetle muhtemel. Zira insan, özellikle erken yaşlarında, hareket ederek, oynayarak, keşfederek, sorarak, merak ederek ve risk alarak öğrenir. Yüz binlerce yıldır bizi insan yapan öğrenme yöntemi budur. Bugünse, gencecik beyinler, neden öğrendiklerini dahi çoğu zaman bilmedikleri bir sürü bilgiyi akıllarında tutmaya, en azından sınav dönemine kadar hatırlamaya zorlanıyorlar. O sınavlar için, hayatın oyunla, keşifle, toplumsal etkileşimlerle geçmesi gereken çok önemli zamanları, sınıflarda, derslerde, ders çalışma ve ödev yapma seanslarında tüketiliyor."