' 101. Birliğin çoğu savaş sonrasi hayatlarına kaldıkları yerden devam etti ve yargilanmadilar. Sıradan insanlar, sıradan itaatkar savaş suclularini konuşurken yine sadece sözde kalması için yeraltı işkence odaları inşa ediliyordu.'
' Hoffman psikomatik hastalığa yakalandıktan sonra vücudu zayif düştü. Ancak bu tüm orduda gözüküyordu. Hitler' e durum intikal edince toplu gaz odaları yapıldı. Artik insanlara binlerce mermi kullanmadan hızlı bir şekilde yok edebiliyorlardi.'
"Adamlarımin bunu yapmasına izin vermedim. Bebeklerin annelerin göğsüne verilmesini söyledim. Böylece tek mermiyle ikisi de ölecekti. Mermi tasarrufu saglanacakti ve anneler aglamayacakti."
"Karşılaştığınız sorunu sadece eleştirirseniz, iki katına çıkar, düşünmekle kalır iseniz, yerinde sayar, fakat soruna çare bulursanız, sorun olmaktan çıkar."
(R. Browning)
Spitfire kadar şık bir uçak olmayan Hawker Hurricane'ler daha fazla Alman uçağı düşürmüşse de Supermarine Spitfire -doğru olsun yahut olmasın- birçok kişi tarafından Britanya Muharebesi'ni kazandıran uçak olarak anıldı. Gerek aerodinamik biçimiyle, gerek 1940'ta onu uçuran genç ve cesur pilotlarıyla ve gerekse uçağı üretebilmek için kelimenin tam anlamıyla kendini öldürene kadar çalışan tasarımcısı R. J. Mitchell'in fedakârlığıyla Spitfire'a dair her şey romantikti. Spitfire dönemi için akıl almaz derecede çevik bir uçaktı ve 1030 beygir gücündeki Rolls - Royce Merlin motoru onun saatte azami 360 mil hıza erişebilmesini sağlıyordu ki, bu da altı yıl süren İkinci Dünya Savaşı boyunca herhangi bir pervaneli uçağın ulaşabileceği en yüksek hıza yakındı. Sekiz adet 303 mm'lik browning makineli tüfeğiyle yoluna çıkan hantal Alman bombardıman uçaklarını kolaylıkla imha edebiliyordu. Spitfire 1940 yılında Avcı Genel Komutanlığı'nın cephedeki gücünün üçte birini teşkil ederken envanterin gerisini ise Hurricane'ler oluşturuyordu. Spitfire'in toplamda 16 farklı modeli üretildi.
2013 yılında kitap fuarında gezerken stantın üstünde
Kubbe'nin Altında görmüştüm. O zamanlar dizisini izliyordum ve kitabını görünce okumak için heveslenmiştim. Yazarı hakkında çok bir şey bilmiyordum fakat okumaya başladığımda ilk 100 sayfada bile hayran olmuştum. Aradan 10 yıl geçti ve kendisi hakkında birçok şey öğrendim, kitaplarını okudum ve her
Kitabın arkasındaki anektod;
13 Temmuz 1942 sabahında, Alman 101. Yedek Polis Taburu’nun adamları Josefow isimli bir Polonya köyüne girerler. Çoğu, ileri yaşlarından ötürü doğrudan cepheye gönderilememiş, aile babası sıradan adamlardı. Sivil yaşamlarında işçi, esnaf, zanaatkar ya da memur olan bu adamların kahir ekseriyeti, Almanyanın o dönemlerde Nazi ideolojisine görece en kapalı şehri Hamburg kökenliydi ve zihin dünyalarının büyük bir kısmı Weimar Cumhuriyetinde şekillenmişti. Ancak, 13Temmuz gecesinden itibaren 16 ay içerisinde, bu sıradan adamlar acımasız birer katile dönüşecek; 38.000 Yahudi'yi enselerinden vurarak katledecek ve 45.000'inini de Treblinkadaki gaz odalarına göndereceklerdi. Toplamda 500 adamdan oluşan bir tabur, 83.000 Yahudi'nin ölümünden sorumlu olacaktı.
***İlave olarak şunu söyleyebilirim; o dönemde antisemitizm neden bu kadar yaygınlaşmıştı? Kırık cam teorisi hepimiz için geçerli mi? Nasıl bu kadar kendinden geçebiliyor insan?
Kafamda deli sorular..
Kitap sıkıcı gelebilir ya da ben bu vahşet karşısında sıkılmış olabilirim.
Keyifli bi okuma olmayabilir ama ilgilisine tavsiye edebilirim sanırım.
Sıradan AdamlarChristopher R. Browning · Heretik Yayıncılık · 201916 okunma