Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bizans Adlandırması
Farka değinmeden önce kafa karışıklığını giderecek bir noktayı belirtmekte fayda var. Bugün tarih kitaplarında Bi zans adıyla geçen bu siyasal yapı aslında basbayağı Roma İmparatorluğudur. Bizans adı geç dönemde Batıklarca ve rilmiş bir isimdir. Hatta Rönesans Dönemi hümanist yazarların bir yakıştırmasıdır. Doğu Roma İmparatorluğu yaşa dığı sürece kendisine Bizans dememiştir. Resmi adı “Roma İmparatorluğu’dur. Sadece Müslüman Araplar ve Anadolu’ya gelen Türkler dışarıdan bu yapıyı “Rûm” olarak adlandırmış lardır. Dediğimiz gibi geç dönemde Avrupah bilginler. Doğu Roma İmparatorluğu nu İstanbul’un eski adı olan Bizans tabiri ile anmışlardır.
İbn-i Sina, Farabi ve el Gazali gibi Aristo mantığını iyileştiren, dönüştüren mantıkçıların, "Hace-i Evvelin" düşünce esaslarını Avrupa'ya tanıtarak, Rönesans'ın doğmasında "merkezi bir rol" oynamış olmaları da tarihin bir başka cilvesidir.
Reklam
Bugünden itibaren her gün bir paket sigara parasıyla yerine kitap alıyorum. 676/3000
Maria
Birkaç yıl önce, geçmişe doğru yaptığım zaman yolculuğunun birinde Maria adında genç bir kadınla tanıştım ve ona âşık oldum. O da benim gibi bir zaman yolcusuydu. Zamanlar arasında dolaşarak güzelliğiyle, zekasıyla, parıltısıyla her dönemin sanatçılarına ilham verebilecek özel bir kadındı. Şimdi bulunduğum zamandan, geçmişte çizilmiş en güzel
İslam ve Batı
Kültürel etkileşimin bu kadar yoğun yaşanmasına rağmen, teolojik ve siyasi tehdit algısı, Ortaçag Avrupa sı'nın İslâm tasavvurunu pek çok açıdan belirlemiş, bu süreç günümüze kadar uzanmıştır. Rönesans la beraber belirginleşen bir tavrın ilk nüvelerini bu döneme geri götürmek mümkündür. Avrupalılar bir din olarak İslam'ı, bir kültür ve medeniyet olarak İslâm'dan kesin olarak ayırmış; birincisine şiddetle karşı çıkarken ikincisine hayranlıkla bakmış ve ondan etkilenmiştir. Bu ayırım yer yer o kadar keskin bir nitelik kazanmıştır ki İslâm hakkında bölük pörçük bilgiye sahip olan Avrupalılar, İslâm kültür ve medeniyetinin başarılarının İslâm dinine rağmen gerçekleştirildiğine inanmıştır. İslâm filozoflarının etkisine kayıtsız kalamayan Roger Bacon (1214-1294) gibi skolastik düşünürler, Fârâbî ve İbn Sînâ'nın Aslında Hristiyan olduğunu, gizlice vaftiz olduklarını ve sadece Müslümanların şiddetinden emin olmak için kendilerini zâhirde müslüman olarak gösterdiklerini söyleyecektir. Zira Bacon'a göre, Fârâbî ve İbn Sînâ gibi birinci sınıf filozofların, İslâm gibi sapık ve irrasyonel bir dine mensup olması düşünülemezdi. İslâm dini ile İslâm kültürü arasındaki bu zıtlık ilişkisi, Ortaçağ'dan günümüze kadar Batılı İslâm algısını belirlemeye devam edecektir. Böylece İslâm'ın teolojik, siyasî ve kültürel bir tehdit olarak algılanmasının temelleri, iki medeniyetin ilişkiye geçtiği VIII ve IX. yüzyıllarda atılmıştır. Bu yüzyıllar aynı zamanda İslâm ve Bizans toplumlarının sanıldığından daha fazla alışveriş halinde olduğu bir dönemdir.
İslam ve Batı İbrahim Kalın SAYFA 56Kitabı okuyacak
Ortaçağa karşı çıkar gibi görünüp İslamın yolunu kesmek ve onun yerini almak isteyen Rönesans artık çağımızda tükenmeye yüz tutmuştur.
Sayfa 19
Reklam
Nizâmiyelerde verilen dersleri gördükten sonra, bunların XI. asır için öneminin yanı sıra, nizâmiyelerin ilmi kapasitesi de anlaşılmış olur. Selçuklular, diğer konular gibi, ilim müesseseleriyle de Avrupa'ya tesir etmişler, Rönesans ve reform hareketlerinin doğmasında etkili olmuşlardır. Oxford ve Cambridge üniversiteleri, nizâmiyelerin Avrupa'ya intikal eden en güzel örnekleridir. Medrese gibi hastahaneyi de bilmeyen Avrupa, Selçuklu bîmaristanlarını taklit etmiştir. Bu tesirin sonucunda Avrupa'da ilk defa XIII. asırda Roma'da ve Paris'te hastahaneler kurulmaya başlanacaktır. Nizâmiye ders programları İslâm âlemi içinde bir model olmuş ve bu programlar Islâm ülkelerinde (Osmanlılar'da da dahil) yıllarca takip edilmişlerdir.
Nietzsche "Tanrı öldü" diye haykırdığı zaman Avrupalı gülümsemişti. Tanrı'nın çoktan öldüğünü Zerdüşt yazarın- dan başka duymayan kalmış mıydı ki? Hıristiyanlığın Tanrı'sı dünya işlerine karışmıyordu, bir mavera yöneticisiydi sadece. Avrupa Demokrit'lerden beri tanrıların insanları terk ettiğine inanır. İsa'nın tahtında Rönesans'tan bu yana Promete vardır. Tanrı, Ingiltere hükümdarı gibi, dekoratif bir varlık, bir remiz veya bir hatıradır. Insan münasebetlerini akıl düzenler. İslâm ezeli hakikate, yani vahye teslimiyettir. Akıl, ilâhî iradeyi anlamak ve anlatmak için bir vasıta. İslâmiyet en yırtıcı kavimleri, en rahim, en âdil cengåverler payesine yükseltmiş. Kurdu kuzulaştırmış. Allah korkusuna dayanan bir medeniyet Allah korkusu kalmayınca bedeviyetlerin en sefili olmaz mı?
Sayfa 359Kitabı okudu
Rönesans ve Eski Rejim kültürü, toplumsal sınıfa, yaşa, cinsiyete, tıbbi ve ailevi normlara göre değişen esnek kıstaslar üzerinden kişilere “meşru” ve “gayrimeşru” kimlikler biçiyordu. Evlilik öncesinde ilişkiye girerek hamile kalan bir kadın doğumdan önce evlenirse toplum içinde ayıplanmaz ya da çok az ayıplanırdı, oysa çocuk beklerken nişanlısı ortadan kaybolan ya da düğünden önce ölen bir kadını cemaati bir anda gayrimeşruluğun sınırları içine atıverirdi.
Doğan Kuban Yazıları Antolojisi 2
"Sanat tarihinde son derece farklı çabalar olan Divriği Ulu Camii ve Selimiye, yaratıcı sanatçıların yapıtlarının yeni sentezlere yol açtığı simbiyotik bir kültürel ortamı yansıtırlar. Geleneksel mimarinin zengin çok bileşenli mirası, Osmanlı İmparatorluğunun alt-kültür öğelerinden biridir. Hüneri, yaratıcılığı ve zenginliği ile Müslüman dünyasının tüm sanatçılarını geride bırakmış olan Ahlatlı Hürremşah, sanatsal boyutları ile Avrasya'nın dünyaya bakışını sarmalamıştır. Sinan ise mekansal ve geometrik vizyonu sayesinde tüm Müslüman mimarlardan daha çok tanınmış ve mekan mimarisi tarihinde, bir taraftan Ayasofya'nın temsil ettiği Geç Roma-Erken Bizans mimarisinin, diğer taraftan Rönesans mimarisinin vizyonları arasında bir Osmanlı özgünlüğü ortaya koyabilmiştir." #doğankuban
Reklam
Işık ve optik üzerine çalışmalarını sanatıyla birleştirerek nesnelerin iki boyutlu yüzeyde üç boyutlu görünmeleri için modellemede gölgeleme ve perspektif kullanımında uzmanlaştı. Leonardo, bu "nesneyi düz bir yüzeyde üç boyutluymuş gibi gösterebilmek" becerisi "ressamın birinci gayesidir" demiştir. Büyük ölçüde onun çalışmaları sayesinde boyutluluk, Rönesans sanatındaki en büyük yenilik oldu.
Sayfa 2 - DomingoKitabı okuyor
Batı hayranlığı ya ahmaklıktır ya da cahilliktir.
Batı orta çağ karanlığından nasıl çıktı? İlkokuldan beri öğretilen cümle: rönesans reform coğrafi keşifler. Ne yaptı batı dini bıraktı bir anda bilimde gelişti. Ne yaptı batı onunla bununla uğraşmadı bilime önem verdi ne yaptı batı pusula buldu gemi yaptı Amerika kıtasının keşfetti hindistana gitmeye yol buldu. Bunlar sayesinde gelişti, biz dine
İlber, Bardakçı, F.Altaylı vs…
O dönem Agustín Foxá ona, "Eskiden bir yazar ve siyasetçiydin Rafael," der. "Bundan böyle yalnızca bir milyoner olacaksın." Foxá bir yazar, siyasetçi ve bir milyonerdir, ayrıca Sánchez Mazas'ın hayatından çıkmamış olan sayılı dostlarından biridir. Aynı zamanda nüktedan bir adamdır ve çoğu nüktedan gibi sıklıkla haklı çıkar. Halasının mirasını aldıktan sonra, Falanj'ın Politbüro üyeliğinden kurucu meclis avukatlığına ve Prado Müzesi Yönetim Kurulu Başkanlığına kadar, Sánchez Mazas'ın çeşitli siyasi görevler üstlendiği doğru olsa da bunların zamanını pek işgal etmeyen, kırklı yılların ortalarından itibaren sıkıntılı bir angaryadan sıyrılırcasına birer birer bıraktığı, daima ikincil ve sözde görevler olduğu da, zaman ilerledikçe kamusal hayattan silindiği de doğrudur. Öte yandan bu durum, kırklı ve ellili yıllarda Sánchez Mazas'ın gizli Franco muhaliflerinin arasına katıldığı anlamına da gelmemelidir; onun, rejimin ona ve İspanyol hayat tarzına dayattığı düşük entelektüel seviyeyi ve vasatlığı küçümsediğine şüphe yok ama o yaşantının içinde kendini kötü hissetmiyordu, yeri geldiğinde, hem tirana hem de onun —zevksizliği ve aptallığı yüzünden özel hayatında yerden yere vurduğu— karısına yönelik en yüz kızartıcı kasideleri uluorta düzmekten geri kalmıyordu, ayrıca meşru bir hükümeti yakıp yıkarak hayalini kurduğu şairler ve Rönesans liderlerinin heybetli rejimini değil de dolandırıcıların, yontulmamışların ve serserilerin sıradan hükümetini kuran savaşı ateşlemek için var gücüyle gayret göstermiş olduğu için de pişman değildi.
Raif Efendi, yirmili yaşlarında babasının isteği üzerine gittiği Berlin'de, sanata olan ilgisi sayesinde bir sanat galerisine gider. Galerideki tablolar arasında gezindiği sırada bir sanatçının otoportresini görür ve tablodaki kadını hiç tanımamasına rağmen platonik olarak ona âşık olur. Tablo, onda daha önce hiç hissetmediği duygular uyandırır. Raif tablodaki portrenin, Rönesans ressamı Andrea del Sarto tarafından yapılmış "Madonna delle Arpie" isimli tablodaki Meryem Ana (Madonna) portresine benzetir. Tabloya o kadar hayran olur ki, fırsat buldukça tabloyu görmeye gelir; fakat başka gözlerin onu takip ettiğini fark etmez. Artık ritüel hâlini alan bu tabloyu seyretme seanslarından birinde bir kadın onun yanına gelir. Bu kadın, tablonun sahibi olan sanatçı Maria Puder'dir. Maria, Raif'in tabloya olan hayranlığının farkındadır. Raif ise başta onun kendisiyle alay eden biri olduğunu düşünür. Tablonun sahibi ile konuştuğunu öğrenince ise, dünyası bir daha geri dönüşü
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.