Benim kendim olmaktan başka çarem yok. İnsanlar beni ne kadar terk ederse etsin, ben insanları ne kadar terk edersem edeyim, birçok güzel duygu ve mükemmel rüya yok olup gitse bile, ben kendimden başka bir şey olamam.
"Bir insanın, ekmek kadar ışığa da ihtiyaç duyduğunda haklısın; ama insan biraz karanlığa da ihtiyaç duyar -sırf uyuyabilmek ve rüya görebilmek için bile olsa."
Belki çocukluk yıllarımızdaki kadar mutlu değiliz ama yine de keyfimiz
yerinde. Zaten çocuk olsak, sırf o geçidi görmek bile havalara uçmamıza yeterdi. Bence hayata haksızlık etmemek adına, çocukluk yılları böyle durumlarda kategori dışı tutulmalı. Çünkü öyle güzel bir kafaydı ki çocukluk mereti, bugüne kadar ne içtiysem, ne denediysem, hiçbiri beni tekrar oraya götüremedi. Nasıl götürsün?
Tanıdığımız herkesin hayatta olduğu, ölümsüz yıllardı o zamanlar. Herkes çivi gibi, dipdiri ayaktaydı. Teyze, amca dediğimiz insanlar dahi en fazla bizim şimdiki yaşımızdaydı. İnanmıyorsan git bak, bütün o teyzeler hala en vatkalı, en permalı halleriyle ordadırlar. Rüya gibi... Sanırım bu nedenle rüyalarımda çocukluğumu görmüyorum. Bir rüyanın rüyası kolay kolay görülmüyor.
" Sana, beni asla tanımamış olan sana "
Böyle bir başlıklı mektup aldığınızda ne düşünürsünüz?
Bay R. okumaya başladı. Bir itiraf mektubuydu aslında. Ve bu konuşan kişiye karşı hiçbir şey hissetmiyor hiçbir şey hatırlamıyor sanki tüm bu kişileri rüyada görmüş gibiydi, sık sık görmüştü onları, ama sadece bir rüya görme haliydi. Oysa bilinmeyen kadın aşkını, çocukluk aşkını, bakmaya kıyamadığı sevgilisini anlatıyordu. Karşı komşuları taşındıktan sonra gelen bu genç adamı her seste kapının deliğinden izleyen, soluğunu tutup onunla olan, her hareketinde beraber olan o küçücük dürbünden evinde olan her şeye kadar haberi olan sevgilisini anlatıyordu. Gözleri, o kara gözleri, saçları ipek telli, tonu kulaklarında kalan sesini anlatıyordu. Taşınmalarına rağmen işe girmeyi bahane ederek o eksi evlerinin önüne geldi. Evinin ışıkları yanıyordu. Heyecanlandı. Ne yapacağını bilemedi. Onu tekrar görebileceğinin heyecanı içini kapladı. Her akşam geldi. İzledi izledi. Ancak sen görmedin beni tanımadın. Sokakta artık beni fark ettigin için bana baktın, evet gözlerime baktın. Ne yapacağımı bilemedim. Kan yüzüme doldu. Evine gittik bir akşam beraber vakit geçirdik. İşte o gecenin çocuğuydu benim çocuğum bizim çocuğumuz. Sana söylemedim çünkü benden nefret etme beni suçlama bana acıyan gözlerle bakma. O şimdi yok bende yok olmak üzereyim ve sen hiçbir şekilde bunu hissetmeyeceksin. Seni seni ben çok sevdim ama sen beni hiç tanımadın.
Öldükten beş gün sonra geldin rüyama. Babaeski’deki eski evin oradasın. Hayır gelin çıktığın ev değil, diğeri. Biz çocukken her yazları kardeşlerinle, kuzenlerimle bir araya geldiğimiz eski mezarlığın oradaki ev. Evin bahçesine çiçekler ekilmiş. 20 li yaşlarındasın. Sanırım hiç evlenmemişsin. Bahçedeki çiçekleri suluyorsun. Çok mutlusun. O kadar
Yazarın kitabını uzun süredir okumak istiyordum ve Adam Fawer'in okuduğum ilk kitabı oldu olasılıksız. İnsan beyninin kapasitesine ve yapabileceklerine dair farklı bir bakış açısıyla kurgulanmış hikaye. Olaylar arasında değinilen matematik, fizik ve felsefe alanındaki çalışmalar da kitabın cazibesini artırıyor. Hikaye çok sürükleyici şekilde yazılmış. Aksiyon sahneleri de ayrıca insanı cezbedecek şekilde kurgulanmış. Hikayenin başındaki olaylar ile sonundaki olayların birbirleriyle bağlantılarının kurgulanmasındaki ince işçilik kitabın kalitesini ortaya koyuyor.
Kitapta psikolojiden, fiziğe; istatistikten, felsefeye kadar farklı alanlara temas edilmiş, anlatılanlar bu bilgilerle desteklenmeye çalışılmış. Özellikle "Jung"un 'Toplumsal bilinçaltı ve arketip' teorileri kitabın merkezinde yer alıyor......
OlasılıksızAdam Fawer · April Yayıncılık · 202385,7bin okunma
Çünkü öyle güzel bir kafaydı ki çocukluk mereti,bugüne kadar ne içtiysem,ne denediysem,hiçbiri beni tekrar oraya götüremedi.Nasıl götürsün?Tanıdığımız herkesin hayatta olduğu,ölümsüz yıllardı o zamanlar.Herkes çivi gibi,dipdiri ayaktaydı.Teyze,amca dediğimiz insanlar dahi en fazla bizim şimdiki yaşımızdaydı.İnanmıyorsan git bak,bütün o teyzeler hala en vatkalı,en permalı halleriyle ordadırlar.Rüya gibi…Sanırım bu nedenle rüyalarımda çocukluğumu görmüyorum.Bir rüyanın rüyası kolay kolay görülmüyor.
İnsan kendi çabalarıyla mutlu olur. Alçakgönüllük, yeterli cesaret, kendini tüketmeyecek kadar vermek, yaptığın işi sevmek ve her şeyden önemlisi özgür ve temiz bir vicdan, mutluluğun malzemeleri. Mutluluk bir rüya değil, bu malzemelerle kesin gerçek.🕊
Bazen kendimi istemsizce fantastik bir dünyada imgeliyorum. Orada bir serüvenin baş kahramanıyım. Fakat ayağımı inciten taş parçasından beni tüm karanlığıyla efsunlayan büyücüye dek her şey serüvenin baş kahramanına etki ediyor. Öyle ki, bazen ayağımı yakan bir ısırgan otu, bazense insafına kaldığım büyücünün yolumu kaybetmeme sebep olan etkisi
İnsanlar kısıtlandırılmış, çaresiz hissederler. Neredeyse koşuların kurbanlarıdırlar. Nereden geldiklerini, nereye gittiklerini, neden burada olduklarını bilmezler. Tanrı yoksa sıradan insanların hayatta herhangi bir anlam edinmeleri zordur. Sıradan zihin Tanrısız çılgına dönecektir. Tanrı bir destektir — sana yardım eder, seni teselli eder, seni
İki insanı buluşturan bir şey
Rüyadan uyandırıp gerçeğe döndürcek
Kuşlar kadar özgür hissedicek
Konduğu yerde o olmayacak
Kokusunu en derinde hatırlayınca
Gönlünde bir cam kırılacak
Çağırsada bir hayalete seslenecek
Olmadı olmayacak rüyalar gerçek