Bu dünya imtihan alanı.Sırlar bütünüyle açıldığında, en büyük sır olan imtihan sırrı faş olur ve dünya hayatının bir anlamı kalmaz. Bakıldığında, hayatın bir yarış olduğu bütün açıklığı ile görülür. Yarışın içindeki gizemli mekânlar ve zamanlar, merakları kabartır, heyecanı artırır ve insanı sürükleyip götürür.Yarışın olmaması, hareketin bitmesi ve insanın yerine çakılıp kalmasıdır.Rüya,insanın uykuda bile boş durmadığının, koştuğunun, kovaladığının, iniş ve çıkış parkurunda hayalî de olsa sürekli hareket halinde olduğunun bir göstergesi.Öyleyse uyanık bulunulan zamanlar gibi, uykuda geçirilen zamanlar da, bir o kadar önemli ve gerçek.
Yatak şimdi bütün insanlar için, ekmek kadar azizdir. Yatak bir sevgili, yatak hatıra, yatak çocukluk, güzel rüya, yatak bir bahar, bir deniz kenarı, bir egzotik memleket, bu saniyede insana dostlarım yatak ne değildir ki...
NİÇİN UNUTULUR? Rüyaların, sabahleyin silinip gittiği bilinen bir gerçektir. Elbette hatırlanabilirlerde; çünkü rüyaların varlığını ancak uyandıktan sonraki onlara ilişkin belleğimizle bilebiliriz. Ama bir rüyayı sadece kısmen anımsadığımız zaman, gece rüyamızda daha çok şeyin bulunduğu duygusu taşırız; sabahleyin hâlâ canlı olan bir rüyaya ilişkin anımsıyor olduklarımızın, günün akışı içinde küçük kırıntılar dışında nasıl silinip gittiğini de gözleyebiliriz; sık sık ne gördüğümüzü bilmeksizin rüya gördüğümüzü biliriz; rüyaların unutulmaya yatkın olduğu gerçeği bizim için açık bir şeydir. Öyle ki birisinin gece rüya görüp de sabahleyin rüyasında ne gördüğünün, hatta rüya gördü ğünün farkında olmaması bize saçma gelmez. Ayrıca, bazen rüyaların bellekte olağandışı bir inatçılıkla korunduğu da olur. Hastalarımda, yirmi beş yıl, hatta daha önce görülen rüyalar analiz etmişimdir; en az otuz yedi yıl önce görmeme rağmen, belleğimde o günkü kadar canlı olan bir rüyamı anımsayabiliyorum. Bütün bunlar, ilk bakışta anlaşılmasa da son derece dikkate değerdir.
Bizse "bütün insan" fonksiyonlarını birbirinden ayırmayız. Fikir gövdeden, müstakil değildir. Hareket fikri devam ettirir ve tamamlar. Aksiyon halinde olmayan bir fikir, bizce rüya kadar lüzumsuz ve saçmadır; çünkü yapraksız ve yemişsiz ağaçtır, faydasız yer kaplar.
Neden hiçbir yenilik benim için yoktu? Hiçbir bilinmezlik, hiçbir tat, hiçbir rüya? Ve ben neden bu kadar uzun yaşamıştım. Yirmi üç sene ve gelecek yıllar için hiç yeni bir şey kalmamıştı.
Efsaneye göre bir gece El Memun rüyasında Aristo'yu gördü. Bu rüya genç halifeyi o kadar etkiledi ki o vakitten sonra şehrinde bilimsel araştırmalara ve daha fazla bilgin ağırlamaya daha çok önem verdi. Böylece 832 yılında Bağdat kütüphanesi bilimsel bilgilerin korunmasını ve geliştirilmesini amaçlayan bir kurum meydana getirdi. İşlevsel açıdan İskenderiye Museion'unu hatırlatan bu kurum Bilgelik Evi anlamında Beytü'l Hikmet adını aldı.
... Kıvrıldım ve gün ağrıncaya kadar uyuyacağım. Uyuyacağım diye çok mutluyum. Yorgunluk her yanımı sarmış. Çölün ortasında yalnız değilim, yarı uykulu halde içimde sesler, anılar, fısıltılı konuşmalar. Henüz susamadım, kendimi iyi hissediyorum, bir maceraya dalar gibi uykuya bırakıyorum kendimi. Rüya karşısında gerçekler sönüyor yavaş yavaş.
Ah! Gün doğunca her şey bambaşka oldu!
3.
bizi tanıştırmadılar evet yalnızım
eş dost arasında büsbütün yalnız
aslında kararsızım dilim dolaşıyor
gözleriniz olmasa konuşamayacaktım
hep böyle cana yakın mı bakarsınız
hafif koyu kestane az yeşile çalıyor
ne kadar istiyordum tanıştıran çıkmadı
nasıl çıksın derdimi kimse anlamıyor
bu cüretimi bilmem bağışlar mısınız
bir kadın düşünürdüm / balarası
gülüşü bir çağlayan güneşle yıkanıyor
içinize ışık sıvanır bir kere duysanız
yıllar boyu bu kadınla yaşadım ben
her baktığım duvarda sanki o resim
yumuşacık kaşlar biçimli bir ağız
yüzü birden sonbahar düşünceliyken
hani utanmasam sizdiniz diyeceğim
bu cüretimi bağışlar mısınız
hapisten yeni çıktım adım ibrahim
"Zavallı mum! Acaba ben de senin gibi yana yana tükenip gidecek miyim?.. Beş dakikacık uyuyabilseydim, belki rüya da görürdüm de ayaklarına kapanır, gönlümün zehrini dökünceye kadar doya doya ağlardım."
"Terviye"nin kelime manası, "suya kanmak, düşünüp tefekkür etmek"tir. Terviye günü, Zilhicce'nin sekizinci günüdür. Hacılar bugün de Mina’ya doğru hareket ederler, orada yeteri kadar su bulunmadığından önceden kendilerinin ve bineklerinin su ihtiyacını bolca karşıladıkları için buna bu ad verilmiştir. Yahut İbrahim(Aleyhisselam) oğlu İsmail (Aleyhisselam)i kurban etme rüyasını bu gece de görmüş; gördüğü rüyayı tefekkür etmiş. Bu rüyanın Rahmani bir rüya olduğunu bilmiş ve onuncu günde oğlunu kurban etme işini yerine getirdiği için bu güne tefekkür günü manasına "Terviye günü" denilmiştir.
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgârda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Başım sükûtu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen,
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
Ahmet Hamdi Tanpınar