Onun aşkı pişlik ve ölümle aynı şeydi aslında. Ben onunla gerçekten yatmak istiyor muydum? Benim başımı döndüren, dış görüntüşü müydü onun, yoksa onda uyandırdığım tiksinti miydi; tavırları, davranışları mı yoksa? Çocukluğumdan beri annesine olan sevgim mi, yoksa bütün bunlar iç içe tek şey mi? Hayır bilmiyorum. Yalnız bildiğim bir şey var ki, bu kadın, bu kahpe, bu cadı, ruhuma hangi zehri damlatmıştı ki, onsuz olamıyordum, tenimin her zerresi onun her zerresine aşeriyordu. Her zerrem açlığını haykırıyordu. Onunla herkeslerden uzak, kayıp bir adada yalnız kalabilmeye can atıyordum. Odamın duvarları gerisinde soluyan, kıpırdaşan, keyfeden bütün o it kopuk takımını silip süpürecek bir deprem, bir tufan, bir yıldırım özlüyordum. Hepsi giderdi, ben kalırdım onunla.
Fakat kaldık diyelim, o gene bana herhangi bir hayvanı, bir hint yılanını, bir ejderi yeğ tutmaz mıydı? Onunla bir gece geçirmek, sonra ikili ölüm, birbirimizin kollarında; işte buydu en büyük muradım.
Kahpe, bana işkence etmekten keyif, lezzet duyuyordu âdeta; beni yiyip bitiren derdim bana yetmezmiş gibi. —Sonunda bir iş de göremez, yapamaz oldum, sokağa da çıkmaz oldum. Canlı cenazeydim sanki. Aramızdaki sırrı kimseler bilmiyordu. Azar azar ölüme gittiğimi gören ihtiyar dadım çıkışıyordu bana. O kahpe yüzünden, herkesin arkamdan fışıldaştıklarını duyuyordum: “ Biçare kadın, bu divane kocaya nasıl tahammül ediyor ?” — Haklıydılar, ne hallere düştüğümü kim nereden bilecek!