“Ben boşluğa üfleyen cellat değilim
Karayele verdim ayaklarımı
Söyle bana, eceli kim tutar perçeminden
Hangi ölü bilmez nereye gittiğini
sen miydin o mehpâre, o memnû, o dilruba
Söyle bana hindiba…”
"Eğer herhangi bir başka insan toplumundan daha iyiysek," dedi Tirin, " onlara yardım etmeliyiz. Ama etmemiz yasak."
"Yasak mı? Doğal olmayan bir sözcük. Kim yasaklıyor? Bütünleyici işlevin kendisini dıştalıyorsun," dedi Shevek, heyecanla öne eğilip kızgınlıkla konuşarak. "Düzen 'emirler' demek değil. Anarres'ten ayrılmıyoruz, çünkü Anarres biziz. Sen Tirin olduğun için Tirin'in bedenini geride bırakmasın. Nasıl olduğunu görmek için başka biri olmaya çalışmak isteyebilirsin, ama olamazsın. Seni güç kullanarak engelleyen mi var? Burada güç kullanılarak mı tutuluyoruz? Hangi güç -hangi yasa, hangi hükümet, hangi polis? Hiçbiri. Yalnızca kendi varlığımız, Odocular olarak kendi doğamız. Senin doğanda Tirin olmak var, benimkinde Shevek olmak, ortak doğamızda ise birbirimize karşı sorumlu Odocular olmak var. İşte bu sorumluluk bizim özgürlüğümüz. Ondan kaçmak özgürlüğümüzü yitirmek olur. Sorumluluğun ve özgürlüğün, seçeneğin olmadığı, yalnızca yasaya uymaktan oluşan sahte bir seçeneğin veya yasaya uymamayı izleyen cezanın olduğu bir toplumda yaşamak ister miydin? Gerçekten gidip bir hapishanede yaşamak ister miydin?"
"Of, lanet olsun, hayır. Hiç konuşamayacak mıyım ben! Senin derdin ne biliyor musun Shevek? Bir kamyon dolusu lanet olası tuğla gibi fikri biriktirene kadar hiç konuşmuyorsun, sonra da hepsini birden kafama atıyorsun ve geride yığının altında ezilip kalan kanlı bedene bakma gereği bile duymuyorsun-"
Çocuktum ben, esirgenmiş bir çocuk.
Hikayesi olmayan hiç bir fotoğraf yoktu duvarımda, en çok siyah beyaz olanlarla derin bir muhabbetim vardı. Bir de o yakası sökük kazağı olan çocuğun gözlerinin mahcubiyeti ile…Annesinin eteğine iki eliyle birden yapışmıştı; sanki söküklerini birleştirmek ister gibiydi.
Ahh! Çocuk, bilseydin yıllar sonra o
-" Siz daha anne baba olmaya hazır mısınız ki?"dediğinde sinirle gülüp ellerimi yüzümden çektim.
-" Sen beni kucağına aldığında buna hazır mıydın anne? Çünkü nedense ben eve gelen yardımcıların ve bakıcıların yüzünü seninkinden daha çok görüyordum. Sabah bırakıp akşam aldığın kreşlerde hep ben sona kalıp saatlerce sizi bekliyordum."
Ben boşluğa üfleyen cellat değilim
Karayele verdim ayaklarımı
Söyle bana, eceli kim tutar perçeminden
Hangi ölü bilmez nereye gittiğini
Sen miydin o mehpâre, o memnû, o dilruba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar bulut gülmesi
Sen nasıl bu kadar bıldırcın sesi
Sen nasıl bu kadar pencere önü
Sen nasıl bu kadar gök gürlemesi
“Anlatsam hisseder misin bir yerlerde acımı? Soruyorum sadece. Özler miydin sevseydin eğer beni? Anlatamıyorum... Olmuyor... Tek başıma olduğum zamanlarda ağlıyorum sadece. Kimseler sormasın ‘Neden?’ diye. Nefessiz kalana kadar ağlıyorum. Kendimi toparlayınca da resmine bakıyorum uzun uzun. Acaba diyorum, özler mi beni? Gerçekler... İşte özlemezsin. Biliyorum... Acı bu değil mi? İşte deli gibi sevdiğin adamın bir kere bile aklına gelememek. Sen acı çekme diye ben aklımdan çıkartmıyorum seni...”
Garson son kez geliyor masaya, babamın önünden tek çay bardağını alıyor. “Bir çay daha içer miydin abi?” diye soruyor babama. Babam bir önündeki çay bardağına, bir de anneme bakıyor. Annemin yüzünde, doğurduğu üç oğlanın üçünün de hayatlarındaki kadınlarda arayacağı o yumuşacık gülüşü görüyor babam. “Ben içmişim ya çayı” diyor yerin dibinden gelen şaşkın bir ses tonuyla... “ikidir” diyor annem, “ilk yudumlan ben içiyorum, gerisini sen...” Gülüyorlar orda. Kırk yıl sürecek bir gülüşle, her anlattıklarında aynı neşeyle gülüyorlar.
Güneşin doğup hayatın kaldığı yerden devam etmesine son birkaç saat... Uykusuzum. Fazlasıyla yorgun. Sanki kalbim bu yorgunluğu daha fazla kaldıramayacak gibi usul usul atıyor. Gecenin bir vakti anlıyorum her şeyi. Sen gittin. Giderken için bir an bile sızlamadı. Çünkü sana "acaba mı?" diyecek hiçbir şey bırakmadım. Seni seviyordum, sana sadıktım. Bir an bile şüpheye düşürmedim seni aylarca, yıllarca. Ben geçmişe dönüp baktığımda hep acaba mı sorusuyla karşılaşıyorum. Seviyor muydun sahiden? Sadık mıydın bana, ilişkimize... bunun farkına varınca içimdeki yük kalktı yavaşça. Ben kendime düşen kısmı yerine getirdikten sonra, senin yaptığın kötülükler beni ilgilendirmiyor. Çünkü gecenin sonunda herkes vicdanıyla baş başa kalıyor...
E.B