Tanrı adına, işte layığın bu senin. Tanrı mı? Bunu o
kadar istemiyordu o, dostum. Sevilsin istiyordu yalnızca. Elbet onu seven
kimseler vardır, Hıristiyanlar arasında bile. Ama sayılıdır onlar. O, bunu
öngörmüştü zaten, mizah duygusu vardı onda. Petrus, bilirsiniz, korkak
Petrus, inkâr eder onu: “Ben bu adamı tanımıyorum... Ne demek istediğini
anlamıyorum senin... vb.” Gerçekten ileri gidiyordu! Ve o, bir sözcük oyunu
yaptı: “Petrus’un üzerine kilisemi kuracağım.” Alay daha ileri
götürülemezdi, öyle değil mi sizce? Ama hayır, onlar hâlâ baskın çıkıyorlar!
Görüyorsunuz, sorunu iyi biliyordu o. Sonra da, onları, ağızlarında
bağışlama, yüreklerinde hüküm olmak üzere, yargılamaya ve mahkûm
etmeye bırakarak ebediyen çekip gitti.
- Sizce yakılacak kitap var mıdır?
- Yoktur. Bir kitabı yakmak için onu okumuş olmak gerektir. İnsan okuduğu bir kitabı yakamaz. Çünkü ondan ufacık da olsa bir şey öğrenmiştir.
Belirsizlik sizce de insana kafayı yedirecek türden bir karmaşa değil mi? Düşünsenize bir olay var ortada ama o olayın nedenini bilmiyorsunuz veya ne anlama geldiğini, sadece koca bir boşluk var. Fotoğraftaki kitap da benim belirsizliğim. 1 yıl geçti ben hâlâ bilmiyorum nedenini koca bir boşluk, içimde yanan bir kıvılcım var...
Bu aralar gündemde olan bir şey hakkında konuşmak istiyorum. Özellikle fantastik kitaplarda ana kadın karaktere bir güçlü kadın yükleme furyası var ve bunu sadece iyi savaşması, laf sokabilmesi gibi unsurlar üzerinden yapılandırıyorlar. Bence güçlü kadın dediğimiz kişi sadece iyi savaşıyor olmamalı, güçlü kadın olmak için başkalarına korku salmamız gerekmemeli. Güçlü kadın ağlar da, güler de, hata da yapar vb. Güçlü kadın kimdir biliyor musunuz bir örnek vereyim
Çalıkuşu bu kitaptaki Feride'dir güçlü kadın.
Yazarlar karakter güçlü olsun diye onları acımasız yapıyor ama güçlü kadınların merhametli olduğunu unutuyorlar.
Kadın karakterlerine yıllarca taşıdıkları bir intikam duygusu yüklüyorlar ama güçlü kadınların bir olayı aşıp içinde öfke değil de rahatlama hissi taşıdıklarını unutuyorlar.
Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz, sizce güçlü kadın sadece iyi dövüşebilen kadın mıdır, ağlayan kadınlar güçsüz müdür?
Çaresizlik tam olarak nedir sizce? Var olan imkanlara rağmen kullanamamak mı yoksa ufacık bir ihtimalde dahi imkanının olmaması durumu mudur tam olarak? Hiçbir koşulda kendinizi ait hissetmediğiniz bir hayata mecbur bırakılsanız haliniz tam olarak nasıl olurdu hiç düşündünüz mü? Muhtemelen çoğunuzun cevabı böyle bir durumun oluşmasına asla izin vermem veya bulunduğum ortamı terk ederim olacaktır, gelin görün ki durum hiç öyle bahsedildiği kadar kolay değil. Zaten işler insan dünyasında ne zaman kolay ve anlaşılır oldu ki o da ayrı bir detay, neyse bu başlık başka bir zamanın konusu olsun.
Fedakarlık yapmak, ödün vermek veya hiç istemediğin bir kişiliğe bürünmek; sırf dahil olmak, ait hissetmek ya da birilerini mutlu etmek için. Kulağa nasıl da korkunç geliyor. Sebep ne olursa olsun eminim hepimiz en azından bir kere olsun bu hissi yaşamıştır. Güzeller güzeli Suzanne’nin durumu da bundan çok farklı değildir. Mahkum olmuş, esir alınmış, maruz kalmanın sancısıyla yıllarını geçirmiş dört duvar arasında yaşatılan eziyetler de neyin cabası bilinmez tabii. Şu an karşımızdaki eser bir mutsuzluklar kitabıdır aslında. Kilise camiasına koca bir saldırı niteliğinde olan eserde; aslında dini öğretiler ışığında nasıl karanlık gerçekler yer aldığını da gösteriyor bizlere. Henüz yazarın kalemi ile tanışmadıysanız; klasikler arasında yer Rahibe’ye kesinlikle okuyun (!)
RahibeDenis Diderot · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2015780 okunma
"Çok üzüntülü bir filmdi. İzleyince çok üzüldüm.", "Çok acı bir romandı. Okuyunca çok üzüldüm." cümleleri gerçeği yansıtmaz aslında. İçinizdeki acı üzerinden bağ kurabilirsiniz sadece, gözlemlediğiniz herhangi bir acıyla. O acıyı değil içinizdeki acıyı daha iyi anlarsınız. Empati de budur nitekim. Kişinin kendi içindeki duygular üzerinden bir başkasının duygularını tanıyabilmesidir.