Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
“Yüksek sesle konuşan, asık suratlı bir kalabalık içinde bir sessizliği onarmaya çalışmaktan sindi üstüme, bu ezgin acemilik. Bir kirlenmeden korunmak için susarak yaşadığım her şeyin bir yenilgi olduğunu çok sonra öğrendim. Benim, kıyısında bir saygıyla beklediğim olanak, başkalarının çiğneyip attığı bir sıradanlıktı. Herkesin gövdesiyle varolduğu yerde yüreğini öne süren "bir beyazdım, siyahlar arasında." Kimsenin başkasının gözünün içine bakmadığı, herkesin çoğalmak için aynasını yanında taşıdığı yankısız bir zamanda, insanları sulara bakmaya çağıran meczup, bir beşinci mevsim simyacısıydım, yanlışını sevip yenilgisini kutsayan. Evlerin perdesini çektiği yerde camlarını açarak soluk almaya çalıştım, çürümüş insan kokuları arasında. Sevginin ölümden, sabahın akşamdan farkı yoktu büyük çoğunluk için. Bir solgunluktan geliyorum, evet. Aşkı bitmiş bir ilişkinin kamburu, lambaları sönen bir evden sızan yalnızlığım. Dudağımdaki titreme içimde can çekişen gelecektir. Yüreğimin çok önceden gördüğü bir sonuçtur kirpiklerimdeki buğu... Kıyılarındayım işte tüm kirlenmişliğim, tüm arınmışlığımla.”
Bir çocuğun veda mektubu...
"YAŞAMLA ÖLÜM ARASINDAKİ YAŞAMI ÖLDÜRMEK İSTİYORUM Ayakuçlarım soğuk, gece ayaz, kış mevsimi kendini yavaş yavaş gösteriyor, kurumuş dallardan belli... Tam da böyle bir akşamdan, herkese merhaba... Ne yazacağımı bilememenin yanı sıra, başlığa takılıyor gözüm her seferinde. Başlık, ağır anlam yüklü olsa da akşam karanlığı çökmeden beliren
Reklam
"Bir ay doğar ilk akşamdan ürüşan Bir ben değil, cümle âlem perişan."
Sayfa 14 - Yozgat TürküsüKitabı okudu
Bütün öğrenilmişliklerin bir incelik adına harcandığı. Bir iskele sancak akşamında. Bir akşamda. Parlatılmış. Sen oradayken. Ve herkes bir sessiz çanta gibi taşınırken. Bizim suçluluğumuz. Düşmüş bir şehrin suçluluğu. Eksik bir yasanın suçluluğu. Eksik bir kahramanlığın. Bir kıyı postanesinde. Bütün şarkılar birden çalınırken. Bir uzun söğüt dalının ağır ağır sallanışı. Irmağın. Rasgele görünen sallanışı. Görünen...
Çocukluğumuzdan bir parça
Bunni sabahları erkenden kalkıyor. Sobanın küllerini temizliyor. Odunları yerleştirip, önüne çıraları koyuyor, biraz da gaz döküp sobayı yakıyor. Çıralardan “pat, pat” sesleri çıkıyor. Odanın ağaran günle birlikte grileşen nemli havasına güzel bir aydınlık ve sıcaklık yayılıyor. Artık kalkma zamanı. Oda ısınmamışsa da, sobanın iyice yanına sokulmak, biraz sıcaklık duyduktan sonra, güne başlamak gerekiyor. Buz gibi bir banyoda, daha da soğuk suyla aceleyle yüzlerimizi yıkayıp, sonra hemen sobanın başına koşuyoruz. Kara okul giysilerimiz akşamdan hazır duruyor. Ama gecenin soğuğunu iyice kapmışlar. Onları sobaya yaklaştırıp ısıtıyoruz. Soyunurken tüylerimiz diken diken oluyor. Bunni, büyük bir tepsiyle çay, ayva marmeladı ve kızarmış ekmek getiriyor.
Yüksek sesle konuşan, asık suratlı bir kalabalık içinde bir sessizliği onarmaya çalışmaktan sindi üstüme bu ezgin acemilik. Bir kirlenmeden korunmak için susarak yaşadığım her şeyin bir yenilgi olduğunu çok sonra öğrendim. Benim, kıyısında saygıyla beklediğim bir olanak başkasının çiğneyip attığı bir sıradanlıktı. Herkesin gövdesiyle var olduğu yerde yüreğini öne süren bir beyazdım siyahlar arasında kimsenin başkasının gözünün içine bakmadığı, herkesin çoğalmak için aynasını yanında taşıdığı yankısız bir zamanda, insanları sulara bakmaya çalışan meczup, bir beşinci mevsim simyacısıydım, yanlışını sevip yenilgisini kutsayan. Evlerin perdesini çektiği yerde camlarını açarak soluk almaya çalıştım, çürümüş insan kokuları arasında. Sevginin ölümden sabahın akşamdan farkı yoktu büyük çoğunluk için. Bir solgunluktan geliyorum evet aşkı bitmiş bir ilişkinin kamburu, lambaları sönen bir evden sızan yalnızlığım kıyılarındayım işte tüm kirlenmişliğim tüm arınmışlığımla.
Reklam
Soğuk bir bira içmek akşamda Bir müzik dinlemek Kimden ve nasıl olmazsa Seçmek bir bir gideceğin yolları Seveceğin kadınları, oturacağın evleri ve daha ne varsa Seçmek ölümü bile Ben yapamadım daha
Nasreddin hoca soğuk mu soğuk bir akşamda hanımıyla oturmuş, aralarında sohbet ediyorlarmış. Karınları aç ve evde yiyecek namına bir kuru ekmek bile yoktur. Hoca, -Ah hanım, der şöyle bir tas çorba olsaydı da içimiz ısınsaydı. -Ya, der hanımı, ne iyi olurdu! Aradan bir çeyrek ya geçer ya geçmez, kapı çalınır. Açıp bakarlar ki komşunun oğlu, elinde bir tas ile kapıda beklemekte. İkiside hayretten dona kalmış iken çocuk şöyle der: -Hocam! Annem gönderdi. Çorbanız varsa bir tas istiyor. Hoca hanımına döner ve vaziyeti özetler: -Hanım komşularımız artık düşüncelerimizin de kokusunu almaya başladılar!..
... Öyle ki, soğuk ve yağmurlu bir akşamda, köprü üzerinden geçerken, bu sesimizi duyuracak kadar yakın yerlere gitmeye hazırlanan vapurları gördüğümüz vakit, onların yarım yahut bir saat sonra, aynı yağmur altında, taşıdıkları yolcuları, hemen hemen bizimkine benzer üzüntülere kavuşmak için, falan veya filan iskeleye boşaltacağını hiç düşünmeyiz. Zannederiz ki bu vapurlar, tıpkı hatıralarımız ve saadet hülyalarımız gibi, mesut mazi diyarına, eski yaz günlerinden birine, aydınlığın, tembel hülya saatlerinin, tatlı yorgunlukların, mehtabı bir ruh manzarası gibi suya ve ağaç dallarına sermiş baygın gecelerin, bizim için bu saatlerle birleşmiş olan şarkıların diyarına gidiyor. Ve sırf böyle zannettiğimiz için onları içimizden yükselen bir nevi keder ve hasretle uğurlarız.
231 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.