Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İnanıp da yanılanların her zamanki işleriyle haşır neşir olduğu, bilinçsizlikten dolayı acı çekerken bile mutlu olduğu gün, usulca bitiyor. Zaman usulca iniyor, sönen bir ışık dalgası bu, yararsız akşamdan yükselen melankoli, yüreğime işleyen, yanında sisler getirmeyen bir bulut. Usulca, tatlılıkla iniyor o anlaşılmaz solgunluk, - mütevazı soğuk toprağa usulca, tatlılıkla, hüzünle iniyor. İnsanı uyuşturmayan bir sıkıntının tekdüze, acı veren, görünmez külüne dönüşerek, usulca konuyor yere.
Biz hap kullanan bir aileydik. Bahar nezlesi için hap, soğuk algınlığı için hap, mide ağrıları ve baş ağrıları, artan acılar ve akşamdan kalmalıklar için hap.
Reklam
Artık kalkma zamanı. Oda ısınmamışsa da, sobanın iyice yanına sokulmak, biraz sıcaklık duyduktan sonra, güne başlamak gerekiyor. Buz gibi bir banyoda, daha da soğuk suyla aceleyle yüzlerimizi yıkayıp, sonra hemen sobanın başına koşuyoruz. Kara okul giysilerimiz; akşamdan hazır duruyor. Ama gecenin soğuğunu iyice kapmışlar. Onları sobaya yaklaştırıp ısıtı­yoruz. Soyunurken tüylerimiz diken diken oluyor.
Sonbahar İstanbul’un asıl mevsimidir. Bir kere zaman dediğimiz sihirbaz tanrı, güneşi, suyu, rüzgârı ve ağaçların hüznünü birbirine ayarladı mı, şehri, eşyada yalnız kendi gurbet çekmiş ruhunun hâllerini gören bir ressamın eline bırakır. O, bize akşamlarımızı, sabahlarımızı hazırlar, paletinin bütün hünerlerini, değişmesinin bütün zenginliğini
Elif gibi Sevmek 2 Avuçlarım Yağmur var İstanbul'da. Bu soğuk akşamda, ellerinden aldığım emanetleri, avuçlarımı, sensizliğime eşlik eden çay ile ısıtıyorum. Ve gözlerin yağmurun habercisiydi bende, dupduru bir su birikintisi. Yüreğime damla damla yağan.. Öyle suskun, öyle kırılgan...
YOLLAR ÇOK ERKEN...
Yollar çok erken akşamda silindi, Kalmadı kaybolma ümidim bile; Başka bir şey örttü ayak sesini Ay rengi sessizliğin ötesinde. Uzakta her şeyden ve yıldızlardan İnkarı oldun bütün bahçelerin, Kırmak için bir dal bile bulamayan Soğuk rüzgarlarda kuruldu evin.
Reklam
İnanıp da yanılanların her zamanki işleriyle haşır neşir olduğu, bilinçsizlikten dolayı acı çekerken bile mutlu olduğu gün, usulca bitiyor. Zaman usulca iniyor, sönen bir ışık dalgası bu, yararsız akşamdan yükselen melankoli, yüreğime işleyen, yanında sisler getirmeyen bir bulut. Usulca, tatlılıkla iniyor o anlaşılmaz solgunluk, suyla yoğrulmuş gün sonunun mavi saydamlığı – mütevazı, soğuk toprağa usulca, tatlılıkla, hüzünle iniyor. İnsanı uyuşturmayan bir sıkıntının tekdüze, acı veren, görünmez külüne dönüşerek, usulca konuyor yere.
Yeni doğan bebeklere maaş bağlanması:
İbn Ömer anlatıyor: Bir grup tüccar Medine'ye gelmişti; mescitte konaklayacaklardı. Hz. Ömer, Abdurrahman b. Avf'a: "Onları, gece hırsızlığa karşı korumaya ne dersin?" dedi. O gece, ikisi mescitte tüccarları beklemeye koyuldu. Beklerken namazlarını kılıyorlardı. Hz. Ömer, bir ara bir bebek ağlaması duydu. Sesin geldiği yere doğru gitti. Bebeğin annesine, "Allah'tan kork, bebeğine iyi baksana!" dedi. Sonra, bebek yine ağlayınca Hz.Ömer, tekrar o kadının yanına geldi ve aynı uyarıda bulundu; yerine döndü. Yine aynı çocuğun ağladığını duyunca, Hz. Ömer kadının yanına gitti ve "Yazıklar olsun, sen ne kötü bir anneymişsin! Akşamdan beri çocuğun bir an durmadı, hep ağladı" dedi. Kadın dedi ki: "Ey Allah'ın kulu! Bu gece beni iyice usandırdı. Sütten kesmek istiyorum, ama bırakmıyor " Hz. Ömer, "Niçin?" dedi. Kadın: "Çünkü Hz. Ömer çocuğa ancak sütten kesildikten sonra nafaka veriyor, onun için bir an evvel sütten kesmek istiyorum." diye karşılık verdi. Hz. Ömer, "Peki; çocuk şimdi kaç yaşında?" dedi. Kadın, "Şu kadar aylık." diye cevap verdi. Hz. Ömer, kadına: "Sen şimdi acele etme, hemen sütten kesme onu." dedi ve gidip sabah namazını kıldırmaya başladı. Namaz kıldırırken ağladığından dolayı Hz. Ömer'in sesi boğuk çıkıyor, pek iyi anlaşılmıyordu. Hz. Ömer, selâm verince, "Yazıklar olsun Ömer'e! Şimdiye kadar belki nice Müslüman çocuğunun vefatına sebep oldu!" dedi ve hemen oradakilerden birine, her doğan çocuğa ödenek ayrılacağını halka ilan etmesini emretti.
Yollar çok erken akşamda silindi, Kalmadı kaybolma ümidim bile; Başka bir şey örttü ayak sesini Ay rengi sessizliğin ötesinde. Uzakta her şeyden ve yıldızlardan inkarı oldun bütün bahçelerin, Kırmak için bir dal bile bulamayan Soğuk rüzgarlarda kuruldu evin.
Yollar Çok Erken...
Yollar çok erken akşamda silindi, Kalmadı kaybolma ümidim bile; Başka bir şey örttü ayak sesini Ay rengi sessizliğin ötesinde. Uzakta her şeyden ve yıldızlardan İnkârı oldun bütün bahçelerin, Kırmak için bir dal bile bulamayan Soğuk rüzgârlarda kuruldu evin.
Reklam
Bu, sigarayla yaşadığım tek kötü deneyim değildi. Bu olaydan kısa bir süre sonra başka bir akşam, Lodge Caddesi'ndeki evimizde kendi odamda sigara içtiğimi hatırlıyorum. Sonunu sabah içebilmek için ucundan koparmıştım. Birkaç saat sonra öksürerek uyandım. Her yer duman olmuştu, Lanet olsun, evi yaktım, diye düşündüm! Ama yere baktım ve kül tablasındaki sigaranın yanık bile olmadığını gördüm. Bilmediğim şeyse babamın bardan eve biraz neşeli gelmiş ve evin içinde sigara içmekte olduğuydu. Ama sigarasını söndürmek yerine kanepenin üzerine düşürmüştü. Yastıklardaki tüm süngerler için için yanıp o korkunç kara dumanı eve salmışlardı. İlk yaptığım şey alt kata, oturma odasına koşmak oldu. Babamı akşamdan kalma bir hâlde ve suçluluk duygusu içinde buldum. Annemin gözlerinden yaşlar akıyordu ve benden daha fazla öksürüyordu. "Jack Osbourne," dedi tükürükler arasından. "Sen burada ne halt ed..." Ardından öyle şiddetle öksürdü ki takma dişleri ağzından fırladı ve camı kırıp dışarı uçtu; dışarıdaki dondurucu soğuk alevlerin âdeta bir şenlik ateşi gibi harlanmasına neden oldu. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Neyse, annem bahçeye dişlerini almaya gittiğinde babamla yangını söndürmeyi bir şekilde başardık. Ama ev haftalarca kötü koktu.
Sayfa 43 - Pegasus YayınlarıKitabı okudu
Biz de atlar yoruldukça tekerleklerin arkalarına taş koyarak, yaya devam ediyorduk yolumuza; yol gökyüzüne çıkıyor gibiydi, gözün görebildiği kadar tırmanıyordu çünkü, sonunda da, bir önceki akşamdan beri Gud Dağının tepesine avını bekleyen bir akbaba gibi tünemiş olan bulutun içinde kayboluyordu; kar, ayaklarımızın altında gıcırdıyordu; hava bayağı azalmıştı, soluk alırken güçlük çekiyordu insan; kan beyinlerimize doluyordu sanki, buna rağmen damarlarıma tatlı bir duygu yayıldı, dünyanın bu kadar tepesinde olmaktan sevindim; tabii çocuksu bir duyguydu bu, ama toplum kurallarından kurtulup tabiata bu kadar yaklaşınca, insan çocuklaşmadan edemiyor:
Gün atıncaya kadar Faki çaldı, söyledi. Karşısındakiler sanki bir tek insan olmuştu, pencereden dengbejin üstüne bir top ışık düştü, Faki ışıltılar içinde kaldı. Kavalını yanına bıraktı, sazını eline aldı, duyulmadık havalar çaldıktan sonra sazı da kavalın yanına uzattı. Hiç kimseden bir tek ses çıkmadı. Akşamdan bu yana Emir de içinde kimse soluk bile almamıştı.
Sayfa 368Kitabı okudu
... Öyle ki, soğuk ve yağmurlu bir akşamda, köprü üzerinden geçerken, bu sesimizi duyuracak kadar yakın yerlere gitmeye hazırlanan vapurları gördüğümüz vakit, onların yarım yahut bir saat sonra, aynı yağmur altında, taşıdıkları yolcuları, hemen hemen bizimkine benzer üzüntülere kavuşmak için, falan veya filan iskeleye boşaltacağını hiç düşünmeyiz. Zannederiz ki bu vapurlar, tıpkı hatıralarımız ve saadet hülyalarımız gibi, mesut mazi diyarına, eski yaz günlerinden birine, aydınlığın, tembel hülya saatlerinin, tatlı yorgunlukların, mehtabı bir ruh manzarası gibi suya ve ağaç dallarına sermiş baygın gecelerin, bizim için bu saatlerle birleşmiş olan şarkıların diyarına gidiyor. Ve sırf böyle zannettiğimiz için onları içimizden yükselen bir nevi keder ve hasretle uğurlarız.
Çocuğun gördüğü düştür barış. Ananın gördüğü düştür barış. Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış. Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba elinde yemiş dolu bir sepet; ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak testi gibi ter damlalarıyla alnında... barış budur işte. Evrenin yüzündeki yara izleri
231 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.